27 Haziran 2013 Perşembe

Kuran Mucizeleri – Cilt 2

Kuran'ın Gelecekle İlgili Haberleri 1

GİRİŞ

Kuran'ın mucizevi yönlerinden biri de, ayetlerinde, gelecekte gerçekleşecek olan bazı olayların önceden haber verilmiş olmasıdır. Gelecekle ilgili haber verilen bu olayların zaman içinde gerçekleşmesi, Kuran'ın üstün ilim sahibi olan Allah'ın sözü olduğunu kanıtlayan delillerdendir.
İlerleyen sayfalarda Kuran'da geleceğe yönelik verilen haberlerden, gerçekleşmiş olanların bazılarına detaylı olarak yer verilecektir.

BİZANS’IN GALİBİYETİ

Lut gölü havzası
ÖLÜ DENİZ
KUDÜS
AKDENİZ
Bizanslıların Perslere yenildiği savaşın gerçekleştiği Lut Gölü havzası. Yukarıda bu bölgenin uydudan çekilmiş fotoğrafı görülmektedir.
Dünyanın en alçak bölgesi olan Lut Gölü civarı deniz seviyesinin 395 metre altındadır.
Kuran'da gelecek hakkında verilen haberlerden biri, Rum Suresi'nin hemen başındaki ayetlerde yer alır. Bu ayetlerde Bizans İmparatorluğu'nun bir yenilgiye uğradığı, ama çok kısa bir zaman sonra tekrar galip geleceği bildirilmiştir:
Elif, Lam, Mim. Rum (orduları) yenilgiye uğradı. "Dünyanın en alçak yerinde". Ama onlar, yenilgilerinden sonra yeneceklerdir. Üç ile dokuz yıl içinde. Bundan önce de, sonra da emir Allah'ındır. Ve o gün müminler sevineceklerdir. (Rum Suresi, 1-4)
Bu ayetler, Hıristiyan olan Bizanslıların, 613-614 yıllarında Persler karşısında çok ağır bir yenilgiye uğramasından yaklaşık 7 sene sonra, MS 620 civarında indirilmişti. Ayetlerde Bizans'ın çok yakında galip geleceği haber veriliyordu. Oysa o sırada Bizans o kadar büyük kayıplara uğramıştı ki, değil tekrar galip gelmesi, ayakta kalması bile imkansız görülüyordu. Persler Bizanslıları 613 yılında Antakya'da yenilgiye uğratarak; galibiyetlerini Şam, Kilikya, Tarsus, Ermenistan ve Kudüs'ü ele geçirmeleriyle sürdürmüşlerdi. Özellikle 614 yılında Kudüs'ün kaybedilmesi, Kutsal Mezar Kilisesi'nin tahrip edilmesi ve Hıristiyanlığın sembolü "Gerçek Haç"ın Persler tarafından ele geçirilmesi, Bizanslılar için ağır bir darbe olmuştu.83
Lut gölüLut gölü
Üstte Lut Gölü'nün uydudan çekilmiş fotoğrafları görülmektedir. Lut Gölü'nün rakımı ancak modern çağlardaki ölçümlerle tespit edilebilmiştir. Bu tespitler doğrultusunda da "yeryüzünün en alçak yeri"nin bu bölge olduğu ortaya çıkmıştır.
O dönemde yalnız Persler değil, Avarlar, Slavlar ve Lombardlar da Bizans Devleti'ne karşı büyük tehdit oluşturmaktaydı. Avarlar İstanbul önlerine kadar gelmişlerdi. Bizans Kralı Heraklius, ordunun masraflarını karşılayabilmek için kiliselerdeki altın ve gümüş süs eşyalarının eritilip paraya çevrilmesini emretmişti. Hatta bunlar da yetmeyince bronzdan heykeller bile para yapımı için eritilmeye başlanmıştı. Pek çok vali, Kral Heraklius'a isyan etmiş, İmparatorluk parçalanma noktasına gelmişti. Önceden Bizans toprağı olan Mezopotamya, Kilikya, Suriye, Filistin, Mısır ve Ermenistan, putperest Perslerin işgali altına girmişti.84
Kısacası, herkes Bizans'ın yok olmasını bekliyordu. Ama tam bu dönemde, Rum Suresi'nin ilk ayetleri vahyedildi ve Bizans'ın dokuz yıl geçmeden yeniden galip geleceği haber verildi. Bu galibiyet öylesine imkansız gözüküyordu ki, Arap müşrikleri Kuran'da haber verilen bu zaferin, asla gerçekleşmeyeceğini düşünüyorlardı.
Fakat Kuran'ın tüm haberleri gibi bu da hiç kuşkusuz gerçekti. 622 yılında Heraklius Ermenistan'ı işgal edip Persleri yenerek çeşitli zaferler kazandı.85 627 yılının Aralık ayında, Bizans ve Pers İmparatorlukları arasında, Bağdat yakınında Dicle Nehri'nin 50 km doğusunda bulunan Ninova harabeleri yakınında büyük bir savaş daha oldu. Bizans ordusu, Persleri burada da yenilgiye uğrattı. Birkaç ay sonra da Persler işgal ettikleri yerleri Bizans'a geri veren bir anlaşma imzalamak zorunda kaldılar.86
Rumların galibiyeti 630 yılında İmparator Heraklius'un Pers hükümdarı II. Khosrow'u yenilgiye uğratarak, Kudüs'ü geri alması ve Hıristiyanlığın sembolü "Gerçek Haç"ı Kutsal Mezar Kilisesi'ne kazandırmasıyla tamamlanmış oldu.87
Böylece Allah'ın Kuran'da bildirdiği "Rum'un zaferi", ayetteki "üç ile dokuz yıl içinde" ifadesiyle dikkat çekilen zaman aralığında, mucizevi bir şekilde gerçekleşmiş oldu.
Bu ayetlerde yer alan bir başka mucize de, o dönemde kimsenin tespit etmesinin mümkün olmadığı coğrafi bir gerçeğin haber verilmesidir. Rum Suresi'nin 3. ayetinde, Rumlar'ın "Dünya'nın en alçak yerinde" yenildikleri belirtilir. Arapçası "edna el-ard" olan bu ifade, bazı meallerde "yakın bir yer" olarak da tercüme edilir. Ancak bu tercüme, orijinal ifadenin tam karşılığı değil, mecazi bir yorumudur. "Edna" kelimesi Arapçada "alçak" demek olan "deni" kelimesinden türemiştir ve "en alçak" anlamına gelir. "Ard" ise yeryüzü demektir. Dolayısıyla "edna el-ard" ifadesi de "yeryüzünün en alçak yeri" manasına gelmektedir.
Kudüs
Resimde Kudüs ve Lut Gölü havzası görülmektedir.
Bazı tefsirciler söz konusu bölgenin Araplara yakınlığını göz önünde bulundurarak kelimenin "en yakın" anlamını tercih etmektedirler. Ancak kelimenin asıl anlamı, Kuran'ın indirildiği dönemde bilinmesi mümkün olmayan çok önemli bir jeolojik gerçeğe işaret etmektedir. Çünkü Dünya'nın en alçak yerini araştırdığımızda, bu noktanın Bizanslıların, 613-614 yıllarında yenilgiye uğradığı yerlerden biri olan Lut Gölü (Dead Sea) havzası olduğunu buluruz.88
Bu yenilginin en ağır darbesi, daha evvel de belirttiğimiz gibi, Lut Gölü yakınlarındaki Kudüs'teki yenilgi ile birlikte Hıristiyanlığın sembolü "Gerçek Haç"ın kaybedilmesidir.
Bizans İmparatorluğu ile Persler arasındaki savaşın gerçekleştiği söz konusu yer, Suriye, Filistin ve şimdiki Ürdün topraklarının kesiştiği bölgede yer alan Lut Gölü havzasıdır. Lut Gölü çevresi ise deniz seviyesinden 399 metre aşağıdaki, yeryüzünün "en alçak" bölgesidir.89
Burada dikkat edilmesi gereken nokta, Lut Gölü'nün rakımının, yalnızca modern çağdaki ölçümlerle tespit edilmiş olmasıdır. Daha önce hiç kimsenin Lut Gölü'nün Dünya'nın en alçak bölgesi olduğunu bilmesi mümkün değildir. Ama bu bölge Kuran'da "yeryüzünün en alçak yeri" olarak tanımlanmıştır. Bu bilgi, Kuran'ın Allah'ın sözü olduğunun bir başka delilini oluşturmaktadır.

FİRAVUN’UN CESEDİNİN KORUNMASI

Firavunİlerleyen bölümlerde daha detaylı değineceğimiz gibi, Firavun kendini ilah olarak kabul etmekte ve Hz. Musa'nın Allah'a iman etmesi için yaptığı davetlere karşı iftira ve tehditle karşılık vermektedir. Firavun bu kibirli tavrını ancak, ölüm tehlikesi ile karşılaşıp suların altında kalacağını anlayana dek sürdürmüştür. Kuran'da Firavun'un, Allah'ın azabıyla karşılaştığında, hemen imana yöneldiği şu ayetle bildirilir:
Biz, İsrailoğulları'nı denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): "İsrailoğulları'nın Kendisi'ne inandığı (İlahtan) başka İlah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım" dedi. (Yunus Suresi, 90)
Ancak Allah Firavun'un böyle bir anda iman etmesini kabul etmemiştir. Allah Firavun'un bu samimiyetsiz tavrını Kuran'da şu ayetlerle bildirir:
Şimdi, öyle mi? Oysa sen önceleri isyan etmiştin ve bozgunculuk çıkaranlardandın. Bugün ise, senden sonrakilere bir ayet (tarihi bir belge, ibret) olman için seni yalnızca bedeninle kurtaracağız (herkese cesedini göstereceğiz). Gerçekten insanlardan çoğu, Bizim ayetlerimizden habersizdirler. (Yunus Suresi, 91-92)
Bu ayetlerde Firavun'a ait cesedin gelecek nesillere ibret olacağının bildirilmesi, cesedin "bozulmamış" olacağına bir işaret olarak kabul edilebilir. Kuran'da 1400 sene evvelden haber verildiği gibi, halen tarihsel bir belge olarak bulunan bir ceset Kahire'deki Mısır Müzesi'nin Kraliyet Mumyaları Odasında sergilenmektedir. Büyük bir ihtimalle, sular üstüne kapanıp boğulduktan sonra, Firavun'un cesedi kıyıya vurmuş ve Mısırlılar tarafından bulunarak önceden yapılmış olan mezarına götürülmüştür.90

MEKKE’NİN FETHİ

Andolsun Allah, elçisinin gördüğü rüyanın hak olduğunu doğruladı. Eğer Allah dilerse, mutlaka siz Mescid-i Haram'a güven içinde, saçlarınızı tıraş etmiş, (kiminiz de) kısaltmış olarak (ve) korkusuzca gireceksiniz. Fakat Allah, sizin bilmediğinizi bildi, böylece bundan önce size yakın bir fetih (nasib) kıldı. (Fetih Suresi, 27)
Peygamber Efendimiz (sav), Medine'de iken gördüğü bir rüyasında, müminlerin güven içinde Mescid-i Haram'a girdiklerini ve Kabe'yi tavaf ettiklerini görmüş ve müminleri bu haberle müjdelemişti. Çünkü, Mekke'den Medine'ye hicret eden müminler, o zamandan beri Mekke'ye gidemiyorlardı.
Mekke
Allah, Peygamberimiz (sav)'e Katından bir yardım ve destek olarak Fetih Suresi'nin 27. ayetini vahyetmiş ve rüyasının doğru olduğunu eğer Allah dilerse müminlerin Mekke'ye girebileceklerini bildirmiştir. Gerçekten de, bir süre sonra, önce Hudeybiye Barışı ve ardından gelen Mekke'nin fethi ile, Müslümanlar aynı ayette bildirildiği gibi güven içinde Mescid-i Haram'a girmişlerdir. Böylece Allah, Peygamber Efendimizin önceden haber verdiği müjdenin gerçek olduğunu göstermiştir.
Ancak burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta vardır. Fetih Suresi'nin 27. ayetine dikkat edilirse, Mekke'nin fethinden önce gerçekleşecek bir başka fetihten daha söz edildiği görülecektir. Nitekim ayette haber verildiği gibi Müslümanlar, önce Yahudilerin elinde bulunan Hayber Kalesi'ni fethetmişler, daha sonra da Mekke'ye girmişlerdir.91
Mekke'nin fethinin müjdelendiği diğer ayetlerden bazıları ise şöyledir:
Onlara karşı Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir. size zafer verdikten sonra, Mekke'nin göbeğinde ellerini sizden ve sizin de ellerinizi onlardan çeken O'dur.(Fetih Suresi, 24)
Şüphesiz, Biz sana apaçık bir fetih verdik. Öyle ki Allah, senin geçmiş ve gelecek (her) günahını bağışlasın, üzerindeki nimetini tamamlasın ve seni dosdoğru bir yola yöneltsin. Ve Allah, sana 'üstün ve onurlu' bir zaferle yardım etsin. (Fetih Suresi, 1-3)
İsra Suresi'nin 76. ayetinde ise, inkarcıların da Mekke'de kalamayacakları şöyle bildirilmiştir:
Neredeyse seni (bu) yerden (yurdundan) çıkarmak için tedirgin edeceklerdi; bu durumda kendileri de senden sonra az bir süreden başka kalamazlar. (İsra Suresi, 76)
Peygamberimiz (sav) Hicret'in 8. yılında Mekke'ye girerek bu şehri fethetmiştir. İki sene sonra da, Allah'ın Kuran'da bildirdiği gibi inkarcılar Mekke'den çıkmışlardır. Burada önemli olan bir başka nokta ise şudur: Peygamber Efendimiz (sav) müminlere bu müjdeleri verdiğinde, mevcut durum hiç de bu yönde değildir. Hatta, koşullar tam aksini göstermekte, müşrikler müminleri kesinlikle Mekke'ye sokmamakta kararlı görünmektedirler. Bu ise, kalbinde hastalık olanların, Peygamber Efendimiz (sav)‘in söylediklerine şüphe ile bakmalarına neden olmuştur. Ancak Peygamberimiz (sav) Allah'a güvenerek, insanların ne diyeceklerini hiç önemsemeden, Allah'ın kendisine bildirdiğine iman etmiş ve bunu insanlara açıklamıştır. Söylediklerinin yakın bir gelecekte gerçekleşmesi de Kuran'ın önemli bir mucizesidir.

İSRAİLOĞULLARI’NIN KİBİRLİ YÜKSELİŞİ

Kitapta İsrailoğulları'na şu hükmü verdik: "Muhakkak siz yer(yüzün) de iki defa bozgunculuk çıkaracaksınız ve muhakkak büyük bir kibirleniş-yükselişle kibirlenecek-yükseleceksiniz. Nitekim o ikiden ilk-vaid geldiği zaman, oldukça zorlu olan kullarımızı üzerinize gönderdik de (sizi) evlerin aralarına kadar girip araştırdılar. Bu yerine getirilmesi gereken bir sözdü. Sonra onlara karşı size tekrar 'güç ve kuvvet verdik', size mallar ve çocuklarla yardım ettik ve topluluk olarak sizi sayıca çok kıldık. (İsra Suresi, 4-6)
İsra Suresi'ndeki bu ayetlerde bildirildiği gibi, İsrailoğulları yeryüzünde iki kez bozgunculuk çıkaracaklardır. Bunlardan ilk "bozgun ve kibirli yükseliş"lerinin ardından, Allah onların üzerine güçlü bir ordu gönderdiğini bildirmektedir. Gerçekten de İsrailoğulları, Hz. Yahya'yı öldürdükleri ve Hz. İsa'yı öldürmek için tuzak kurdukları dönemin, yani kibirli yükselişlerinin ve bozgunculuklarının hemen ardından, MS 70 yılında, Romalılar tarafından Kudüs'ten çıkarılmış ve tüm dünyaya yayılmışlardır.
Peygamber Efendimize bu ayet vahyedildiği zaman da, Yahudiler çeşitli ülkelerde dağınık şekilde yaşamaktaydılar ve bir devletleri bulunmamaktaydı. Oysa Allah ayetlerde İsrailoğulları'na tekrar güç vereceğini haber vermiştir.
Ancak o dönemde bu haberin gerçekleşmesi oldukça uzak ve zor bir ihtimal olarak görünüyordu. Allah'ın ayetlerde haber verdiği bu olay asırlar sonra tam olarak gerçekleşti. Yahudiler, Filistin'e geri döndüler ve 1948 yılında İsrail Devleti'ni kurdular. Bundan sonra İsrail Devleti'nde yaşayan, ırkçı görüşlere sahip bir kısım Siyonistlerin tutumları Ortadoğu'da karışıklığa sebep olmuştur.
İşte bu mevcut durum da İsrailoğulları'nın çıkardığı ikinci "bozgunculuğa" işaret etmektedir. Ancak şunu da önemle belirtmek gerekir ki, bu bozguncu tavır kesinlikle tüm Yahudi halkını kapsamamaktadır. Yahudi halkı arasında da, söz konusu bozguncu tavrın son bulması gerektiğini savunan çok sayıda vicdan ve sağduyu sahibi insan bulunmaktadır. Bozgunculuğu teşvik eden bir kısım ırkçı, radikal Siyonistlerin de Kuran'da Rabbimiz'in tavsiye ettiği gibi "af (veya kolaylık) yolunu benimse"meleri (Araf Suresi, 199) gerekmektedir. Böyle davranılırsa, Fussilet Suresi'nde bildirildiği gibi barış, kardeşlik ortamı Yüce Allah'ın izniyle yeniden sağlanacaktır:
İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir." (Fussilet Suresi, 34)
İsrailoğulları ile ilgili olan İsra Suresi'ndeki ayetlerde önemli olan noktalardan biri, o dönemde imkansız görünen ve olmasına dair hiçbir gelişme veya ipucu bulunmayan olayların, ileride gerçekleşeceğinin haber verilmesidir. Elbette tüm bunlar, Kuran'ın bir mucizesidir.

UZAYIN KEŞFİ

İnsanların uzayı araştırmaları ve keşfetmeleri 4 Ekim 1957'de Sovyet uydusu Sputnik'in uzaya fırlatılmasıyla hız kazandı. Dünya yörüngesinden çıkan ilk insan, Sovyet kozmonot Yuri Gagarin oldu. İnsanların Ay'a ayak basması ise 20 Temmuz 1969'da Amerikalıların gerçekleştirdiği Apollo 11 seferiyle oldu.
Nitekim Kuran'da 1400 sene önce insanların böyle bir alanda gösterecekleri gelişmelere ve uzaya çıkışın mümkün olabileceğine işaret edilmektedir. Allah bu konuya Kuran'da şu ayetle dikkat çekmektedir:
Ey cin ve ins toplulukları, eğer göklerin ve yerin bucaklarından aşıp-geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşın; ancak 'üstün bir güç (sultan)' olmaksızın aşamazsınız. (Rahman Suresi, 33)
Ayette "üstün bir güç" olarak çevrilen, Arapça "sultan" kelimesi "huccet, burhan, güç, kuvvet, hüküm, kanun, yol, otorite, izin, ruhsat verme, meşru kılma, delil" gibi anlamlara gelmektedir.
Dikkat edilecek olursa, yukarıdaki ayetle insanların göklerin ve yerin derinliklerini hiç geçemeyecekleri değil, fakat ancak üstün bir güç ile geçebilecekleri vurgulanmaktadır. Ve bu üstün güçle 20. yüzyılda kullanılan üstün teknolojiye işaret ediliyor olması muhtemeldir. Nitekim 20. yüzyıldaki üstün teknoloji sayesinde Allah'ın Kuran'da bildirdiği bu durum gerçekleşmiştir.
Uzay

AY’A GİDİŞ

Ondördüne girdiği zaman Ay'a; siz, gerçekten tabakadan tabakaya bineceksiniz. Şu halde onlara ne oluyor ki iman etmiyorlar? (İnşikak Suresi, 18-20)
Yukarıdaki ayetlerde Ay'a dikkat çekildikten sonra tabakadan tabakaya binip geçileceği söylenmiştir. "Terkebu" ifadesi, (vasıtaya) binmek, bir yol üzerinde yürümek, peşine düşmek, takip etmek, girişmek, kalkışmak, katılmak, hakim olmak anlamlarına gelen "rakibe" fiilinden türemiştir. Bu anlamlar göz önünde bulundurulduğunda, "tabakadan tabakaya binip geçeceksiniz" ifadesinde, binilecek bir araca işaret ediliyor olması muhtemeldir.
Nitekim Ay'a gidiş için binilen uzay araçları, atmosfer tabakalarını bir bir geçtikten sonra uzay boşluğuna ve oradan da Ay'ın çekim sahasına girerler. Böylece birbirinden ayrı bir çok tabaka ardı ardına geçilerek Ay'a gidilebilir. Bunların yanı sıra İnşikak Suresi'nin 18. ayetinde Ay üzerine yemin edilmesi de vurguyu ayrıca güçlendirmektedir. Dolayısıyla yukarıdaki ayetle, Ay'a gidişin gerçekleşeceğine işaret ediliyor olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.)
Ay yolculuğu

26 Haziran 2013 Çarşamba

Kuran Mucizeleri – Cilt 2

Kuran'ın Bilimsel Mucizeleri 3

TOPLU HAREKET EDEN ÇEKİRGELER

Gözleri 'zillet ve dehşetten düşmüş olarak', sanki 'yayılan' çekirgeler gibi kabirlerinden çıkarlar. (Kamer Suresi, 7)
Yukarıdaki ayette, iman etmeyenlerin ahiretteki durumları tarif edilmektedir. Gelmiş geçmiş milyarlarca insanın topluca dirilişi, yayılan çekirgelere benzetilmektedir. Kuşkusuz Allah'ın bu örneği vermesinin pek çok hikmeti vardır.
çekirgeler20. yüzyılda çekirgeler üzerinde mikro kameralarla yapılan kapsamlı araştırmalar esnasında birçok bilgi edinilmiştir. Çekirge sürüleri çok kalabalıklardır ancak adeta tek bir vücut olarak hareket ederler. Milyarlarca çekirge biraraya gelerek kilometrelerce uzunluk ve genişlikteki kapkara bir yağmur bulutunu andırırlar. Bu sürülerin bazılarının 3-5 kilometre genişliğinde ve metrelerce derinlikte olduğu tespit edilmiştir. Çekirge sürüleri bu yoğunluklarından ötürü, havanın kararmış gibi görünmesine sebep olurlar.66
Bu canlılarla ilgili tespit edilen bir diğer bilgi de yumurtalarını toprağın içine tohum gibi yerleştirmeleri ve çekirge larvalarının uzun bir süre toprağın altında kaldıktan sonra, yeryüzüne topluca çıkmalarıdır. Dişi çekirgeler toprağın içine 10-15 cm'lik bir tünel kazdıktan sonra, bir seferde 95-158 larva bırakırlar. Bir çekirge bu işlemi yaklaşık üç sefer tekrarlar. Larvalar olgunlaştıklarında -havanın sıcaklığına bağlı olarak 10-65 gün arası bir zamanda- toplu olarak toprağın altından çıkarlar. 1m2'lik bir alanda 1.000 yumurta çukuru bulunabilir. Çekirge sürüleri birkaç yüz km2'lik alanı kaplayabilecek çokluktadırlar. Km2 başına düşen çekirge miktarı ise 40-80 milyon arasında değişmektedir.67 Çekirgelerin toprağın altında olmaları, uzun bir süre kaldıktan sonra topluca ve çok kalabalık olarak yeryüzüne çıkıyor olmaları, kıyamet günü insanların dirilişine benzer bir görünüm olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.)
Günümüzde çekirgeleri araştırmak üzere özel birimler kurulmuştur ve bu araştırmaların bir kısmında uzaktan kumandalı görüntü elde etme sistemleri kullanılmaktadır. Hatta NASA'nın uydu verileri dahi, Afrika'da çöl çekirge kolonilerinin geliştikleri alanları tespit etmek amacıyla kullanılmaktadır. Uydu verileri sayesinde 18 milyon km2'lik alanlar içinde yerden ve havadan kapsamlı araştırmalar yapabilmek mümkün olabilmektedir.
Görüldüğü gibi çekirgelerle ilgili tespitte bulunabilmek için kullanılan bu teknolojilerin bulunmadığı bir dönemde, böyle bir benzetmenin yapılması Kuran'ın, herşeyin bilgisine sahip Allah'ın vahyi olduğunun delillerinden biridir.

KARINCALARIN İLETİŞİMİ

Kuran'da Hz. Süleyman'ın ordularından bahsedilirken, karıncaların arasında bir "haberleşme sistemi" olduğuna işaret edilmektedir:
Nihayet karınca vadisine geldiklerinde, bir dişi karınca dedi ki: "Ey karınca topluluğu, kendi yuvalarınıza girin, Süleyman ve orduları, farkında olmaksızın sizi kırıp geçmesin." (Neml Suresi, 18)
20. yüzyılda karıncalar üzerinde yapılan bilimsel araştırmalar, bu küçük hayvanların çok organize bir sosyal yaşantıları olduğunu ve bu organizasyonun gereği olarak aralarında çok kompleks bir iletişim ağının var olduğunu ortaya koymuştur. National Geographic dergisinde yayınlanan bir makalede bu konudan şöyle bahsedilmektedir:
Büyük veya küçük herhangi bir karınca, başındaki karmaşık duyu organlarıyla, milyonlarca hatta daha fazla kimyasal ve görsel sinyalleri yakalar. Beyin 500.000 sinir hücresi içerir; gözler birleşiktir; antenler insandaki burun ve parmak ucu gibi hareket eder. Ağzın altındaki projeksiyonlar tadı algılar, kıllar dokunmaya karşılık verir.68
karıncaBiz farkına varmasak da karıncalar, hassas duyu organları sayesinde oldukça farklı iletişim yöntemleri kullanırlar. Avlarını bulmaktan birbirlerini takip etmeye, yuvalarını kurmaktan savaşmaya kadar hayatlarının her anında bu duyu organlarından faydalanırlar. 2-3 milimetrelik vücutlarının içine sığdırılmış 500.000 sinir hücresiyle, insanları hayrete düşürecek bir iletişim sistemine sahiptirler.
Bu hayvanların iletişimlerindeki tepkileri belli başlı kategorilere ayrılmıştır: Alarm verme, toplanma, besin yerini haber verme, temizlenme, sıvı besin değişimi, gruplaşma, tanıma, kast belirleme...69
Bu tepkilerle düzenli bir toplum yapısı oluşturan karıncaların, karşılıklı haber alışverişine dayalı bir hayatları vardır. Karıncalar bilgi alışverişi sağlamada, kimi zaman insanların konuşarak halledemediği konularda (toplanma, paylaşma, temizleme, savunma vs. gibi) çok daha kusursuz bir iletişim sergilerler.
Karıncalar daha çok kimyasal düzeyde bir iletişim gerçekleştirirler. Karıncaların iletişim kurmak amacıyla kullandıkları kimyasal maddeler, yarı-kimyasallar (semiochemicals) olarak bilinen "feromen"lerdir. Koku olarak algılanan ve iç salgı bezlerinde salgılanan bir sıvı olan "feromen"ler, karınca topluluklarının organizasyonunda en önemli rolü oynar. Bir karınca sinyal olarak bu sıvıyı salgıladığında, diğerleri koku veya tat alma yoluyla mesajı alır ve cevap verirler. Karınca feromenleri üzerinde yapılan araştırmalar, tüm sinyallerin koloninin ihtiyaçlarına göre salgılandığını ortaya çıkarmıştır. Ayrıca karıncaların salgıladığı feromenin yoğunluğu, içinde bulundukları durumun aciliyetine göre de değişmektedir.70
Görüldüğü gibi, karıncaların yaptıkları işlemleri yapabilmek için, kapsamlı bir kimya bilgisine ihtiyaç vardır. 14 asır öncesinde, karıncalar hakkında böylesine ayrıntılı bilgi sahibi olunmadığı bir dönemde, karıncaların iletişimine dikkat çekilmesi Kuran'ın bilimsel mucizelerinden biridir. (Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Karınca Mucizesi, Araştırma Yayıncılık)

BESİN DÖNGÜSÜ

Taneyi ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah'tır. O, diriyi ölüden çıkarır, ölüyü de diriden çıkarır. İşte Allah budur. Öyleyse nasıl oluyor da çevriliyorsunuz? (Enam Suresi, 95)
Yukarıdaki ayette Kuran'ın indirildiği dönemde bilinmesi mümkün olmayan bir besin döngüsüne dikkat çekilmiştir.
Bir canlı öldüğünde, mikroorganizmalar onu süratle parçalarlar. Böylece ölü beden organik moleküllere ayrışmış olur. Bu moleküller toprağa karışarak, bitki ve hayvanların, dolayısıyla da insanların temel besin kaynağı olur. Eğer bu dönüşüm olmasa hayat da mümkün olmazdı.
Bakteriler de canlıların ihtiyacı olan mineral ve besinleri hazırlamakla sorumludurlar. Kış boyunca neredeyse ölü olan bitki ve bazı hayvanların yazın tekrar canlanırken ihtiyaç duyacakları tüm besin ve mineraller, kışın bakterilerin yaptığı faaliyetler ile sağlanır. Kış boyu bakteriler, organik atıkları yani hayvan ve bitki ölülerini ayrıştırarak minerallere dönüştürürler.71 Böylelikle canlılar baharda uyandıklarında besinlerini de hazır olarak bulurlar. Bakteriler sayesinde hem bulundukları ortamda bir "bahar temizliği" yapılmış, hem de baharda yeniden canlanan doğa için yeterli miktarda besin hazırlanmış olur.
Görüldüğü gibi ölen canlılar, yeni canlıların hayat bulmasında birinci dereceden rol oynarlar. Böylelikle Allah'ın ayette "diriyi ölüden çıkarır, ölüyü de diriden çıkarır" ifadesiyle dikkat çektiği bu dönüşüm en mükemmel şekilde gerçekleşmiş olur. Kuran'da böylesine detay bir bilgiye asırlar öncesinden dikkat çekilmesi, Kuran'ın Allah'ın sözü olduğunun delillerinden biridir.
besin döngüsü
Ağaç kökleri tarafından emilen mineraller
Ölen bitki ve hayvanlar
Şemada canlandırıldığı gibi ölen bitki ve hayvanlar bakteriler tarafından ayrıştırılarak minerallere dönüştürülürler. Toprağa karışan bu organik artıklar da bitkilerin temel besin kaynağını oluştururlar. Dolayısıyla bu besin döngüsü tüm canlılar için hayati önem taşımaktadır.

UYKUDA KULAKLARIN AKTİF OLMASI

uykuda kulakların aktifliğiBöylelikle mağarada yıllar yılı onların kulaklarına vurduk (derin bir uyku verdik). (Kehf Suresi, 11)
Yukarıdaki ayette geçen "kulaklarına vurduk" ifadesinin Arapçası "darabe" fiilidir. Arapçada bu fiil, mecazi olarak "onları uyuttuk" anlamını taşımaktadır. Ayrıca "darabe" kelimesi kulakla beraber kullanıldığında "kulağın duymasının engellenmesi" anlamı da taşımaktadır. Ayette uyku ile ilgili sadece işitme duyusuna dikkat çekilmesi ise aslında çok önemli bir bilgi içermektedir.
Bilim adamlarının keşiflerine göre kulak, insan uyurken aktif olan tek duyu organıdır. Uyanmak için saatin alarmına ihtiyaç duymamızın sebebi de budur.72 Allah'ın Kehf Ehli ile ilgili olarak kullandığı "kulaklarına vurduk" ifadesinin hikmeti de, söz konusu gençlerin işitme duyularının kapatıldığına ve bu yüzden uzun yıllar uyanmadan uykuda kaldıklarına işaret olması muhtemeldir.

UYKUDA HAREKET ETMENİN ÖNEMİ

Sen onları uyanık sanırsın, oysa onlar (derin bir uykuda) uyuşmuşlardır. Biz onları sağ yana ve sol yana çeviriyorduk. Köpekleri de iki kolunu uzatmış yatıyordu. Onları görmüş olsaydın, geri dönüp onlardan kaçardın, onlardan içini korku kaplardı. (Kehf Suresi, 18)
uykuda hareketYukarıdaki ayette yüzlerce yıl uykuda kaldıkları bildirilen Kehf Ehlinden bahsedilmektedir. Ayrıca Allah bu ayette bu kişilerin bedenlerini sağ ve sol yanlara çevirdiğini bildirmektedir. Bunun hikmeti ise çok yakın bir tarihte keşfedilmiştir.
Uzun süre aynı yatış pozisyonunda kalan insanlar ciddi sağlık problemleri ile karşılaşırlar: Kan dolaşımında komplikasyonlar meydana gelmesi, deride yaraların oluşması, yatılan yüzeye temas edenbölgelerde kanın pıhtılaşması gibi...73
Uzun süre aynı pozisyonda yatıldığında meydana gelen yatak yaralarına "basınç yaraları" da denir. Çünkü çok uzun süre aynı pozisyonda yatıldığında, vücudun belli bir bölgesine uygulanan sürekli basınç, kan damarlarının sıkışıp kapanmasına neden olabilir. Bunun sonucu olarak kan yoluyla taşınan oksijen ve diğer besinler deriye ulaşamaz ve deri ölmeye başlar. Bu durum vücutta yaraların oluşmasına sebep olur. Eğer bu yaralar tedavi edilmezse derinin katmanları, yağ ve kas dokuları da ölebilir.74
Derinin ya da dokunun altında oluşan bu yaralar, tedavi edilmezlerse ya da enfeksiyon kaparlarsa ciddi boyutlara ulaşabilir, hatta hayati tehlikeye sebep olabilirler. Bu nedenle deri üzerindeki basıncı azaltmak için her 15 dakikada bir pozisyon değiştirmek en sağlıklısıdır. Kendi kendine hareket edemeyen felçli hastalar da bu nedenle özel bir bakıma tabi tutulurlar ve her 2 saatte bir başkasının yardımıyla hareket ettirilirler.75 Yukarıdaki ayette yüzyılımızda keşfedilen bu tıbbi bilgilere dikkat çekilmesi, kuşkusuz Kuran'ın ayrı bir mucizesidir.

GECE HAREKETLİLİĞİNİN AZALMASI

... Geceyi bir sükun (dinlenme), Güneş ve Ay'ı bir hesap (ile) kıldı... (Enam Suresi, 96)
Yukarıdaki ayette geçen Arapça "sekenen" kelimesi, "sükun, dinme, istirahata çekilme vakti, mola vakti" anlamlarına gelir. Allah'ın Kuran'da dikkat çektiği gibi, gece insanlar için dinlenme sürecidir. Geceleri vücutta salgılanan melatonin hormonu insanı uykuya hazırlar. Bu hormon insanın fiziki hareketlerini yavaşlatan, uykulu ve bitkin yapan; ruh halini dinginleştiren doğal bir sakinleştiricidir.76 Uyku boyunca kalp atışları ve nefes alıp-verme ritmi yavaşlar, kan basıncı düşer. Sabah olduğunda ise bu hormonun üretimi durur ve vücut uyanmak üzere uyarılır.77
geceUyku, aynı zamanda vücuda kasların ve diğer dokuların tamir olması, yaşlanan veya ölen hücrelerin yenilenmesi için de imkan sağlar. Uyku esnasında enerji tüketimi azaldığı için, gece boyunca vücutta enerji depolanır. Ayrıca bağışıklık sistemi için önemli bazı kimyasallar ve büyüme hormonu da uyku esnasında salgılanır.78
Bu nedenle kişi yeteri kadar uyumadığı takdirde, bu durumdan bağışıklık sistemi derhal etkilenir ve vücut hastalıklara daha açık hale gelir. Bir kimse iki gece uyumadığında konsantrasyonu zorlaşır, dikkati azalır, hata yapma oranı artar. Kişi üç gün uyumazsa halisünasyon görmeye başlar ve mantıklı düşünemez hale gelir.79
Gece vakti insanlar için olduğu kadar diğer canlılar için de bir dinlenme vaktidir. Allah'ın "gecenin bir sükun kılınması" ayetiyle haber verdiği bu durum, çıplak gözle tespiti mümkün olmayan önemli bir gerçeğe işaret e-der: Yeryüzünde gündüz gerçekleşen pek çok faaliyet, gece boyunca yavaşlar, dinlenmeye geçer. Örneğin bitkilerde Güneş'in doğmasıyla birlikte, yaprakta terleme ve buna bağlı olarak fotosentez artmaya başlar. Öğleden sonra ise bu olay tersine döner; yani fotosentez yavaşlar, solunum artar, çünkü sıcaklığın artmasıyla birlikte terleme de hızlanır. Geceleyin ise sıcaklığın azalmasıyla birlikte terleme yavaşlar ve bitki rahatlar. Eğer geceyi sadece bir gün bile yaşamasak, bitkilerin çoğu ölürdü. Bu bakımdan gece, aynı insanlar için olduğu gibi, bitkiler için de bir dinlenme ve dinçleşme anlamına gelir.80
Geceleri moleküler düzeyde de hareketlilik azalmaktadır. Gündüzleri Güneş'in yaydığı radyasyon, Dünya'nın atmosferindeki atom ve molekülleri hareketlendirerek onların daha yüksek enerji seviyelerine ulaşmalarına sebep olur. Karanlık çöktükçe, atom ve moleküller daha düşük enerji seviyelerine iner ve radyasyon yaymaya başlarlar.81
Kuran'da Enam Suresi'nin 96. ayetiyle yukarıda bahsettiğimiz bu bilimsel bilgilere işaret ediliyor olması muhtemeldir ve bu da Kuran'ın sayısız mucizesinden bir diğeridir. (Doğrusunu Allah bilir.)

YÜKSEKLİK ARTTIKÇA GÖĞSÜN DARALMASI

İnsan yaşayabilmek için oksijen ve hava basıncına ihtiyaç duyar. Soluk almamız ise havadaki oksijenin, akciğerlerimizdeki hava keseciklerine girmesiyle mümkün olur. Ancak yükseklere çıktıkça, Dünya'nın atmosferi inceldiği için atmosfer basıncı, dolayısıyla da kan dolaşımına giren oksijen miktarı düşer. Bunun sonucunda nefes almak zorlaşır. Akciğerin hava kesecikleri daralıp büzülürken, göğüste boğuluyormuş ve nefes alamıyormuş gibi bir his oluşur.
Eğer kandaki oksijen vücudun ihtiyacı olandan daha az olursa, vücutta birtakım rahatsızlıklar ortaya çıkar. Aşırı yorgunluk, baş ağrısı, baş dönmesi, mide bulantısı ve muhakemenin bozulması gibi belirtiler yaşanır. Belli bir yüksekliğe ulaşıldığında ise insan için nefes almak artık imkansız hale gelir.82Dolayısıyla bizim böyle bir yükseklikte yaşayabilmemiz için oksijen desteğine ve özel giysilere ihtiyacımız olur.
Deniz seviyesinin 5.000-7.500 m yukarısında olan bir kişi, nefes alma güçlüğü nedeniyle bayılarak komaya girebilir. Bu yüzden uçaklarda nefes almak için oksijen donanımı da mevcuttur. Uçaklar deniz seviyesinin 9.000-10.000 m yukarısında uçarken kabinde hava basıncını düzenleyen özel sistemler vardır.
"Anoksiya" olarak bilinen rahatsızlık da vücut dokularına oksijenin gitmemesinden kaynaklanır. Bu oksijen eksikliği, 3.000-4.500 m yükseklikte meydana gelir. Kimi insanlar böyle bir ortamda bilinçlerini bile kaybedebilirler, ancak hemen oksijen takviyesi yapıldığında hayatları kurtulabilir.
Aşağıdaki ayette yapılan benzetmede bu fiziksel gerçeğe –yüksekliğin artmasıyla göğüste meydana gelen değişime– şöyle işaret edilmektedir:
Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir. (Enam Suresi, 125)
yüksek irtifa

25 Haziran 2013 Salı

Kuran Mucizeleri – Cilt 2

Kuran'ın Bilimsel Mucizeleri 2

DOMUZ ETİ VE SAĞLIĞA ZARARLARI

O, size ölüyü (leşi)- kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilmiş olan (hayvan)ı kesin olarak haram kıldı. Fakat kim kaçınılmaz olarak muhtaç kalırsa, taşkınlık yapmamak ve haddi aşmamak şartıyla ona bir günah yoktur. Gerçekten Allah, ağışlayandır, esirgeyendir. (Bakara Suresi, 173)
Domuz eti yenmesinin sağlığa zararlı pek çok yönü bulunmaktadır. Bu zararlar geçmiş dönemlerde olduğu gibi, alınan her türlü tedbire rağmen günümüzde de söz konusudur. Herşeyden evvel domuz, her ne kadar çiftliklerde, bakımlı ortamlarda yetiştirilirse yetiştirilsin, kendi pisliğini yiyen bir hayvandır. Gerek pislikle beslenmesi gerekse biyolojik yapısı nedeniyle domuzun bünyesi diğer hayvanlara oranla çok fazla miktarlarda antikor üretir. Yine domuzun vücudunda diğer hayvanlara ve insana oranla çok yüksek dozda büyüme hormonu üretilir. Doğal olarak bu yüksek dozdaki antikorlar ve büyüme hormonu, dolaşım yoluyla domuzun kas dokusuna da geçerek birikir. Bunun yanı sıra domuz eti çok yüksek oranlarda kolesterol ve lipid içerir. Bunların sonucunda tüm bu aşırı düzeydeki antikorlar, hormonlar, kolesterol ve lipidlerle yüklü olan domuz etinin insan sağlığı açısından önemli bir tehdit olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır.
trişin
Resimde "trişin" paraziti görülmektedir.
Bugün domuz etinin yoğun olarak tüketildiği ABD, Almanya gibi ülkelerin nüfuslarının önemli bir bölümünü oluşturan normalin çok ötesinde şişman kimselerin varlığı, artık alışılmış bir durum olmuştur. Domuz etine dayalı bir beslenme sonucunda, aşırı büyüme hormonuna maruz kalan insan bünyesi, önce çok fazla kilo toplamakta, sonra da vücut deformasyona -şekil bozukluklarına- uğramaktadır.
Bunların dışında, domuz etindeki sağlığa zararlı maddelerden biri de "trişin" parazitidir. İnsan vücuduna girdiğinde doğrudan kalp kaslarına yerleşerek ölümcül tehlike oluşturan trişin parazitine domuz etinde sıklıkla rastlanmaktadır. Günümüz teknolojisiyle trişinli domuzları teknik olarak tespit etmek mümkünse de önceki asırlarda böyle bir yöntem bilinmiyordu. Bu nedenle, domuz eti yiyen herkes için trişin parazitini kapma ve ölümle karşı karşıya kalma riski vardı.
Görüldüğü gibi tüm bu sebepler, Rabbimiz'in domuz etini yasaklanmasının hikmetlerinden bir kısmıdır. Ayrıca Rabbimiz'in bu emri, her koşulda sağlığa zararlı etkilerini sürdüren, denetimsiz üretiminde ise ölümcül bile olabilen domuz etinin yenmesine karşı tam bir korumadır.
20. yüzyıla kadar domuz etinin insan sağlığını doğrudan tehdit eden zararları olduğundan haberdar olmak mümkün değildi. Bugünkü tıbbi cihazlarla, biyolojik testlerle somut biçimde ortaya konmuş bu zarara karşı, daha kimsenin mikrop, bakteri, trişin, hormon, antikor gibi kavramlardan haberinin olmadığı 7. yüzyılda indirilen Kuran'da kesin önlem alınması da, Kuran'ın üstün ilim sahibi Rabbimiz'in vahyi olduğunu gösteren mucizelerdendir. Bugün de domuz üretiminde alınan her türlü önlem ve denetime rağmen, domuz etinin fizyolojik olarak insan vücuduna uygun bir besin türü olmadığı, insan sağlığına kesin zararı olan bir et çeşidi olduğu gerçeği değişmemiştir.

ŞİFA KAYNAĞI BİR BİTKİ: ZEYTİN

Kuran'da dikkat çekilen besinlerden biri de zeytindir. Son yıllarda yapılan araştırmalar, zeytinin yalnızca lezzetli bir besin değil, bunun yanında önemli bir sağlık kaynağı olduğunu da ortaya koymuştur. Zeytinin yanı sıra zeytinin yağı da önemli bir besin kaynağıdır. Kuran'da zeytin ağacının yağına ise şu ayetle dikkat çekilmiştir:
Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu Kendi nuruna yöneltip-iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, herşeyi bilendir. (Nur Suresi, 35)
Yukarıdaki ayette "mubareketin zeytunetin" ifadesiyle zeytin, "bereketli, kutlu, uğurlu, sayısız yarar sağlayan" anlamlarına gelen mübarek sıfatıyla nitelendirilmiştir. "Zeytuha" ifadesiyle bildirilen zeytinyağı, diğer katı yağların aksine, tüm uzmanlar tarafından başta kalp ve damar sağlığı için olmak üzere en çok tavsiye edilen yağ çeşidi olarak bilinmektedir. Zeytinyağının sağlık açısından faydalarını şöyle sıralayabiliriz:
Kalp ve Damar Sağlığına Faydalı Olması
Zeytin ve zeytinyağ içinde bulunan yağ asitlerinin çoğu tekli doymamış yağdır. Tekli doymamış yağlar kolesterol içermezler. Bundan dolayı zeytinyağ kandaki kolesterol oranını yükseltmemekte, tam tersine kontrol altında tutmaktadır. Zeytinyağ ayrıca vücut için zaruri olan (EFA: essential fatty asit) Omega-6 yağ asidi (linoleik asit) içermektedir. Bu özelliğiyle sağlık örgütleri, (Dünya Sağlık Örgütü/WHO) damar sertliği, şeker hastalığı oranlarının yüksek olduğu toplumlarda kullanılan yağların içindeki yağ asidinin en az %30'unun Omega-6 yağ asidi (linoleik asit) olmasını önermektedirler ki, bu da zeytinin değerini büyük ölçüde artırmaktadır.34
Bu konuda yapılan çalışmalar, 1 hafta boyunca her gün 25 mililitre -yaklaşık 2 yemek kaşığı- doğal zeytinyağı tüketen insanların daha az LDL (kötü kolesterol) ve daha yüksek antioksidan seviyeleri gösterdiklerini ortaya çıkarmıştır.35 Antioksidanlar, "serbest radikaller" denilen vücudumuzdaki zararlı maddeleri etkisiz hale getirmeleri ve hücrenin tahrip edilmesini engellemeleri bakımından son derece önemli maddelerdir. Ayrıca zeytinyağı kullanımının kolesterol seviyelerini düşürdüğü ve kalp hastalıklarını önlediği pek çok araştırma ile de tasdik edilmiştir.36
Zeytinyağı, kanda dolaşan LDL adlı zararlı kolesterol düzeyini düşürdüğü, aynı zamanda HDL adlı faydalı kolesterol düzeyini ise yükselttiği37 için kalp ve damar hastalarına ilaç olarak tavsiye edilmektedir. Yüksek oranda kalp ve damar hastalıkları vakalarına rastlanan ülkelerde çoğunlukla yüksek kolesterol düzeyine sahip doymuş yağlar tüketilmektedir.
Bunun yanı sıra zeytinyağı, vücutta bulunan Omega-6 yağ asidinin Omega-3 yağ asidine oranını da bozmamaktadır. Omega-3 ve Omega-6 yağ asitlerinin vücuda belli bir oranda alınması çok önemlidir. Çünkü bu oranlardaki dengesizlik durumunda kalple, bağışıklık sistemi ile ilgili hastalıklar ve kanser de dahil olmak üzere birçok hastalığın ilerlemesi söz konusu olmaktadır.38 Tüm bu sebeplerden dolayı pek çok insan zeytinyağı ile sağlık bulmaktadır. Amerikan Kalp Topluluğu, kalp hastalığı riskini azaltmak için yüksek tekli doymamış yağ diyetlerinin, %30 düşük yağlı diyete bir alternatif olabileceğini ileri sürmektedir.39
zeytin
 
Onunla sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve meyvelerin her türlüsünden bitirir. şüphesiz bunda, düşünebilen bir topluluk için ayetler vardır.
(Nahl Suresi, 11)

Kanser Önleyici Olması
The Archives of Internal Medicine'de yayınlanan bir çalışma, yüksek oranda tekli doymamış yağ tüketen kadınların göğüs kanserine yakalanma riskinin daha az olduğunu göstermiştir.40 New York'ta Buffalo Üniversitesi araştırmacılarının yürüttüğü ayrı bir çalışmada ise, zeytinyağı gibi bitkisel yağlarda bulunan bir yağ olan B-sitosterol'ün, prostat kanseri hücrelerinin oluşumunu engellemede yardımcı olabildiği belirtilmiştir. Araştırmacılar B-sitosterol'ün, hücrelerin bölünmemesi emrini veren hücre içi haberleşme sistemini güçlendirdiği, böylece hücre büyümesi kontrolsüz hale gelmeden kanserin engellenebileceği sonucuna varmışlardır. Oxford Üniversitesi'ndeki doktorlar tarafından yürütülen son araştırmada da, zeytinyağının bağırsak kanserine karşı koruyucu özelliğe sahip olduğu bulunmuştur. Doktorlar zeytinyağının, bağırsak kanserlerinin başlamasını engellemek için midedeki asitle tepkimeye girdiğini keşfetmişlerdir. Oxford araştırmacıları aynı zamanda zeytinyağının safra asiti miktarını azaltarak ve DAO (diamin oksidaz adlı enzim) seviyesini yükselterek, anormal hücre artışına ve kansere karşı koruyucu olduğunu keşfetmişlerdir.41
Artriti (eklem enflamasyonunu) Önlemesi
Araştırmacıların raporlarına göre bol miktarda zeytinyağı ve pişmiş sebze yiyen insanların eklemlerdeki şişme, kızarıklık ve ağrıya (kronik enflamasyona) sebep olan romatizmal artrit geçirme riskleri azalabilmektedir.
Kemik Gelişimine Yardımcı Olması
Zeytinyağının içerdiği E, A, D, ve K vitaminleri, çocukların ve erişkinlerin kemik gelişimine yardımcı olması, kalsiyumu sabitleyerek kemikleri güçlendirmesi bakımından oldukça önemlidir. Aynı zamanda yaşlılara da özellikle tavsiye edilmektedir, çünkü sindirimi kolaydır ve minerallerle vitaminlerin vücutta kullanılmasına yardımcı olur. Ayrıca kemik mineralizasyonunu (minerallerin kemiklerde çökmesi) harekete geçirerek kalsiyum kaybını engeller.42 Kemikler organizmanın mineral yapılarının deposunu oluşturur ve kemiklerde mineral birikimi olmadığı takdirde kemik yumuşaması gibi ciddi rahatsızlıklar ortaya çıkar. Bu bakımdan zeytinyağının, iskelet yapısı üzerinde çok olumlu katkısı vardır.
Yaşlanmayı Önlemesi
Zeytinyağının içerdiği vitaminler, hücre yenileyici özelliklere sahip oldukları için, yaşlılık tedavisinde de kullanılır, cildi besler ve korurlar. Besinler bedenimizde enerjiye çevrilirken oksidan denilen bazı maddeler ortaya çıkar. Zeytinyağı, içerdiği çok sayıdaki antioksidan maddeyle zararlı maddelerin tahribatını önler, hücrelerimizi yeniler, doku ve organlarımızın yaşlanmasını geciktirir. Zeytinyağı aynı zamanda vücudumuzda hücreleri tahrip eden, yaşlandıran "serbest radikal"leri baskılayan E vitamini açısından da zengindir.
zeytinin faydalarıÇocukların Gelişimine Katkısı
Zeytin ve zeytinyağı, içinde bulunan linoleik asitten (Omega-6 yağ asidi) ötürü yeni doğmuş bebekler, gelişim çağındaki çocuklar için son derece faydalı bir besindir. Linoleik asitin eksikliği, bebekteki gelişimin yavaşlamasına ve birtakım deri rahatsızlıklarının ortaya çıkmasına neden olur.43
Zeytinyağı, vücudumuzdaki zararlı maddelerin tahribatını önleyen antioksidan elementleri ve insan için büyük önem taşıyan yağ asitleri içerir. Bunlar da hormonlara destek olur ve hücre zarının oluşumuna yardımcı olurlar.
Zeytinyağı, insan sütündeki yağ asidi oranına benzer, dengeli bir çoklu doymamış bileşime sahiptir. İnsan vücudu tarafından elde edilemeyen, aynı zamanda vücut için vazgeçilmez önemi olan bu temel yağlı asitleri açısından, zeytinyağı yeterli bir kaynaktır. Bu faktörler zeytinyağını, yeni doğmuş bebekler için oldukça faydalı kılmaktadır.
Doğum öncesi ve sonrasında bebek beyninin ve sinir sisteminin doğal gelişimine katkıda bulunmasından dolayı uzmanlarca, annelere önerilen tek yağ, yine zeytinyağıdır. Anne sütüne yakın miktarda linoleik asit içermekle beraber yağsız inek sütüne zeytinyağı katıldığında anne sütü kadar doğal bir besin kaynağı özelliği kazanır.44
Tansiyon Düşürücü Etkisi:
Archives of Internal Medicine dergisinin 27 Mart 2000 tarihli sayısında yayınlanan bir çalışma, zeytinyağının yüksek tansiyona olumlu etkisini bir kez daha vurgulamaktadır. Ayrıca zeytin ağacının yaprağı ile tansiyon düşürücü ilaçlar yapılmaktadır.
İç Organlara Faydaları:
İster sıcak, ister soğuk olarak tüketilsin, zeytinyağı mide asitini azaltarak mideyi gastrit ve ülser gibi hastalıklara karşı korur.45 Bunun yanı sıra safra salgısını harekete geçirerek, en mükemmel hale gelmesini sağlar. Safra kesesinin boşalma işlemini düzenler ve safra taşı riskini azaltır.46 Ayrıca içindeki klor sayesinde de karaciğerin çalışmasına yardımcı olur ve böylece vücudun atıklardan kurtulmasını kolaylaştırır. Bunların yanı sıra beyin atardamarlarının sağlığına da olumlu etkisi vardır.47
Zeytinyağı, tüm bu özellikleri dolayısıyla son yıllarda uzmanların oldukça dikkatini çekmektedir.48 Uzmanların yorumlarından bir kısmı şöyledir:
Sağlık ve beslenme konusunda önde gelen otoritelerden biri, CNN'in ödüllü muhabiri, The Food Pharmacy (Besin Eczanesi) ve Food-Your Miracle Medicine(Yiyecekler-Mucizevi İlaçlarınız) kitaplarının yazarı ve aynı zamanda uluslararası bir köşe yazarı olan Jean Carper:
Yeni İtalyan araştırması zeytinyağının, LDL kolesterolünün atardamarları tıkama özelliği de dahil olmak üzere bazı hastalık süreçleriyle savaşan... antioksidanlar içerdiğini bulmuştur.
Diyetisyen ve beslenme uzmanı Pat Baird:
Zeytinyağının çok yönlülüğü... onun beden sağlığına olan faydası hakkında daha öğreneceğimiz çok şey var.
Harvard Üniversitesi Halk Sağlığı Okulu Epidemiyoloji Bölümü başkanı Dr. Dimitrios Trichopoulos:
Amerikalı kadınlar doymuş yağların yerine daha fazla zeytinyağı tüketmiş olsalardı göğüs kanseri riskinde %50 kadar azalma gerçekleşebilirdi.
... Zeytinyağı bazı habis tümör türlerine karşı koruyucu bir etkiye sahiptir: prostat, göğüs, kolon, pullu hücre ve yemek borusu tümörleri.
Miami Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden D. Peck:
Zeytinyağının farelerdeki bağışıklık sistemini güçlendirdiği ortaya çıkarılmıştır...
Milano Eczacılık Fakültesi'nden Bruno Berra:
... natürel sızma zeytinyağının küçük polar bileşenleri LDL'nin oksidasyona olan direncini belirgin şekilde artırır.
II. Federico Üniversitesi Dahiliye ve Metabolizma Hastalıkları Bölümü'nden A. A. Rivellese ve G. Riccardi, M. Mancini:
Zeytinyağı insülin direncini engeller ve kandaki glikozun daha iyi kontrolünü sağlar.
zeytinyağıNapoli Üniversitesi Tıp ve Kimya Fakültesi'nden Patrizia Galletti:
Zeytinyağı polifenollerinin besin olarak alımı, reaktif oksijen metabolitlerle ilgili olan hastalıkların riskini azaltabilir -mide ve bağırsakla ilgili bazı hastalıklar ve damarların tıkanması gibi. Zeytinyağı hidroksitirosolu insan eritrositlerini oksidatif tehlikeye karşı korur.
Harvard Üniversitesi Halk Sağlığı Okulu'ndan Frank Sacks:
Zeytinyağı açısından zengin bir diyet, aşırı şişmanlığı kontrol altına almada ve tedavi etmede düşük yağlı bir diyetten daha etkilidir. Ayrıca daha uzun süreli kilo kaybına neden olur ve kiloyu korumak daha kolaydır...
Görüldüğü gibi bugün birçok bilim adamı zeytinyağını esas alan beslenme modelinin en ideal şekil olduğunu düşünmektedir. Bu özelliklerinden dolayı günlük beslenme programında her öğünde bulunması gereken en temel besinler, zeytin ve zeytinyağı olarak belirtilmektedir. Allah'ın pek çok ayette dikkat çektiği zeytin bitkisinin faydaları, tıp bilgisinin artmasıyla paralel olarak keşfedilmiştir.
Sizin için gökten su indiren O'dur; içecek ondan, ağaç ondandır (ki) hayvanlarınızı onda otlatmaktasınız. Onunla sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve meyvelerin her türlüsünden bitirir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir topluluk için ayetler vardır. (Nahl Suresi, 10-11)

KORONER BY-PASS AMELİYATI

Biz, senin göğsünü yarıp-genişletmedik mi? Ve yükünü indirip- atmadık mı? Ki o, senin belini bükmüştü; Senin zikrini (şanını) yüceltmedik mi? Demek ki, gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır. Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır. (İnşirah Suresi, 1-6)
Bilindiği gibi her organın canlılığını sürdürmesi ve görevini yapması için kan yoluyla beslenmesi gereklidir. Kan, kalp kasımıza da "koroner arter" adı verilen atardamarlar yoluyla gelmektedir. Damar sertliği (ateroskleroz) durumunda, bu damarlarda daralma ve tıkanmalar oluşabilmektedir. Bu durum ilerlediğinde ise kan akışı engellenir ve kalp yeterince beslenemez hale gelir. Bu da kalbin görevini yapamadığını gösteren göğüs ağrısına ve kalp krizine neden olmaktadır.
Yukarıdaki ayetlerde "Biz, göğsünü yarıp-genişletmedik mi" olarak tercüme edilen "E lem neşrah leke sadreke" ifadesi, bu tür bir kalp rahatsızlığına ve günümüzde yapılan koroner by-pass ameliyatlarına bir işaret olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.) Çünkü ayette geçen "lem neşrah" ifadesi, ilk anlamı itibariyle eti ve benzeri şeyleri açmak fiilini ifade etmektedir. Nitekim bu ameliyatlarda da göğüs kemiği boydan ikiye ayrılarak göğsün içine girilmektedir. Yapılan ameliyat sonucunda kan akışı tekrar sağlanmakta ve göğüs ağrısı ortadan kalkmaktadır. Ayette geçen genişleme ifadesi de söz konusu damarlardaki daralmaların ortadan kaldırılmasına işaret olabilir.
Ayrıca bu surenin hemen ardından Allah'ın kalp sağlığına faydalı bir bitki olan "zeytin" üzerine and içmesi de (Tin Suresi, 1), son derece hikmetlidir.

HAREKET ETMENİN, YIKANMANIN VE SU İÇMENİN SAĞLIĞA FAYDALARI

suKuran'da dikkat çekilen davranışlardan biri, Hz. Eyüp'e gelen bir vahyi anlatan ayetlerde bildirilir:
Kulumuz Eyyub'u da hatırla. Hani o: "Herhalde şeytan, bana kahredici bir acı ve azap dokundurdu" diye Rabbine seslenmişti. "Ayağını depret. İşte yıkanacak ve içecek soğuk (su," diye vahyettik). (Sad Suresi, 41-42)
Hz. Eyüp'e şeytanın vermiş olduğu sıkıntı ve rahatsızlığa karşılık Allah'ın bildirdiği tavsiyelerden biri "ayağını depretmesi"dir. Ayette geçen bu ifade hareket etmenin, spor yapmanın faydalarına işaret ediyor olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.) Nitekim "Ayağını depret, yere vur" diye tercüme edilen "urkud" kelimesi, Enbiya Suresi 12. ve 13. ayetlerde "koşmak" anlamında kullanılmaktadır. Bu da burada kastedilen hareketin "koşma" veya "hıızlıı yürüme" şeklinde olabileceğini göstermektedir.
Spor esnasında, özellikle bacak kasları gibi uzun kasların hareket ettirilmesi (izometrik hareketler) ile kan dolaşımı hızlanır, hücrelere giden oksijen miktarında artış olur. Bunun sonucunda kişinin üzerindeki bitkinlik kaybolur, toksik maddelerin vücuttan atılmasıyla da kişi dinçleşir.49 Aynı zamanda vücut mikroplara karşı çok daha dirençli bir hale gelir. Düzenli egzersiz yapan kişiler geniş ve temiz damarlara sahip olurlar. Bu da damarların tıkanmasını, dolayısıyla kalp hastalıklarını önleyici etki yapar.50 Ayrıca düzenli yapılan egzersiz, kan şekerinin dengesini sağlayarak şeker hastalığını önleyici rol oynar. Sporun karaciğer üzerindeki olumlu etkileri, "iyi kolesterol" diye adlandırabileceğimiz kolesterol seviyesini yükseltir.51 Ayrıca ayakların çıplak olarak yere basılması vücutta birikmiş statik elektriğin boşaltılmasında çok etkili bir yöntemdir. Bu yöntem vücut için bir nevi topraklama görevi görür.
Bunun yanında ayette dikkat çekildiği gibi yıkanmanın da, vücuttaki statik elektriğin atılmasında en etkili yöntem olduğu bilinmektedir. Yıkanmayla birlikte vücutta oluşan fiziksel temizliğin yanı sıra, kişinin üzerindeki muhtemel gerilim ve sıkıntı da azalır. Bu nedenle yıkanmak, hem stres hem de ateşli hastalıklar başta olmak üzere, birçok fiziksel ve psikolojik rahatsızlık üzerinde iyileştirici etkiye sahiptir.
Ayette, yıkanmaya ek olarak bir de su içilmesi tavsiye edilmiştir. Suyun vücudun her organı üzerinde oluşturduğu faydalar göz ardı edilemeyecek kadar fazladır. Ter bezleri, mide, bağırsaklar, böbrekler, cilt ve bunlar gibi daha pek çok organın sağlığı, suyun vücuda yeterli miktarda alınmasına bağlıdır. Bu konuda meydana gelebilecek bir rahatsızlığın telafisi de yine suyla yapılan takviye ile mümkün olur. Bitkinliğin, yorgunluğun ve uyku halinin çözümü de yine vücuttaki su miktarının artırılması, böylece toksik maddelerden arınılması sağlanarak gerçekleşir.
Her biri beden ve ruh sağlığımız için hayati önem taşıyan bu tavsiyelerin birarada uygulanması ise, en ideal sonucu verecektir. Bu tavsiyelerin her biri Allah'ın "Kuran'dan mü'minler için şifa ve rahmet olan şeyleri indiriyoruz..." (İsra Suresi, 82) ayetinin bir tecellisidir.
su
 
Sizin için gökten su indiren O'dur; içecek ondan, ağaç ondandır (ki) hayvanlarınızı onda otlatmaktasınız.
(Nahl Suresi, 10)

MİKROSKOBİK HAYATIN VARLIĞI

Yerin bitirdiklerinden, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden bütün çiftleri yaratan (Allah çok) Yücedir. (Yasin Suresi, 36)
... daha sizlerin bilmediğiniz neleri yaratmaktadır? (Nahl Suresi, 8)
Yukarıdaki ayetlerde, Kuran'ın indirildiği dönemde insanların bilmediği hayat formlarının olduğuna işaret edilmektedir. Nitekim mikroskobun keşfi ile birlikte insan gözünün göremediği küçüklükte yeni canlılar keşfedilmiştir. Böylece Kuran'da dikkat çekilen, bu canlıların varlığı hakkında insanlar bilgi sahibi olmaya başlamışlardır. Çıplak gözle görülemeyen ve genellikle tek bir hücreden ibaret olan mikro canlıların varlığına işaret eden diğer ayetler ise şöyledir:
... Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca hiçbir şey O'ndan uzak (saklı) kalmaz. Bundan daha küçük olanı da, daha büyük olanı da, istisnasız, mutlaka apaçık bir kitapta (yazılı)dır. (Sebe Suresi, 3)
... Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın. (Yunus Suresi, 61)
mikroskopYeryüzünün her yanına yayılmış olan bu gizli dünyanın üyeleri yani mikroorganizmalar, yeryüzündeki hayvanların 20 katı kadardırlar. Gözle görülmeyecek kadar küçük bu mikroorganizmalar topluluğu, bakteriler, virüsler, mantarlar, su yosunları ve akarlardan oluşur. Bu mikrocanlılar, yeryüzündeki yaşam dengesinin önemli bir unsurudur. Örneğin Dünya üzerinde yaşamın oluşumunu sağlayan temel öğelerden bir tanesi olan azot döngüsü, bakteriler tarafından sağlanır. Bitkilerin topraktaki mineralleri alabilmelerini sağlayan en önemli unsur ise kök mantarlarıdır. Salata veya et gibi nitrat içeren besinlerden zehirlenmemizi ise dilimizde bulunan bakteriler önler. Aynı zamanda bazı bakteriler ve algler, dünyada canlılığın var olmasının temel unsuru olan fotosentez yapabilme yeteneğine sahiptirler ve bu görevi bitkilerle paylaşırlar. Bazı akar türleri organik maddeleri parçalayarak besinleri bitkilerin kullanabileceği hale dönüştürebilirler. Görüldüğü gibi ancak teknolojik aletlerle hakkında bilgi edinebildiğimiz bu küçük canlılar, insan yaşamı için vazgeçilmez öneme sahiptirler.
Kuran'da asırlar öncesinden gözle gördüğümüz alemlerin dışında da canlılar olacağına dikkat çekilmesi, kuşkusuz Kuran'ın bir başka mucizesidir. (Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Mikrodünya Mucizesi, Araştırma Yayıncılık)

HAYVAN TOPLULUKLARININ VARLIĞI

kuşlar
Yeryüzünde hiçbir canlı ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler olmasın... (Enam Suresi, 38)
Günümüzde hayvan ve kuş ekolojilerinde yapılan incelemeler sonucunda, tüm hayvanların ve kuşların ayrı topluluklar halinde yaşadıkları bilinmektedir. Uzun süreli ve kapsamlı araştırmalar sonucu hayvanlar hakkında elde edilen bilgiler, hayvanlar arasında oldukça sistemli bir sosyal düzen olduğunu ortaya koymuştur.
Örneğin sosyal hayatları ile bilim adamlarını hayrete düşüren bal arıları, koloniler halinde ağaç kovuklarında veya benzeri kapalı mekanlarda kendilerine yuva yaparlar. Bir arı kolonisi, bir kraliçe, birkaç yüz erkek ve 10-80 bin işçi arıdan oluşur. Daha önce de değindiğimiz gibi, arı kolonilerinin her birinde sadece bir kraliçe bulunur ve kraliçenin temel görevi yumurtlamaktır. Bundan başka, koloninin bütünlüğünü ve kovandaki sistemin işleyişini sağlayan önemli maddeler de salgılar. Erkeklerin ise tek fonksiyonları kraliçeyi döllemektir. Kovanda petek örme, yiyecek toplama, arı sütü üretme, kovan ısısını düzenleme, temizlik, savunma gibi akla gelebilecek tüm işleri ise işçi arılar yaparlar. Arı kovanındaki hayatın her aşamasında bir düzen vardır. Larvaların bakımından, kovanın genel ihtiyaçlarının teminine kadar her görev hiç aksamadan yerine getirilir.
Karıncalar da dünyanın en kalabalık nüfusuna sahip olmalarına rağmen, teknoloji, kollektif çalışma, askeri strateji, gelişmiş iletişim ağı, hiyerarşik düzen, disiplin, kusursuz bir şehir planlaması gibi pek çok alanda insanlara örnek olacak bir düzen sergilerler. "Koloniler" denen topluluklar halinde yaşayan karıncalar, öylesine gelişmiş bir düzen içindedirler ki, bu açıdan insanlarınkine benzer bir uygarlığa sahip oldukları bile söylenebilir.
Karıncalar besinlerini üretip depolarken, yavrularını gözetir, kolonilerini korur ve savaşırlar. Hatta "terzilik" yapıp, "tarım"la uğraşan, "hayvan yetiştiren" koloniler bile vardır. Aralarında çok güçlü bir iletişim ağı bulunan bu hayvanlar, toplumsal örgütlenme ve uzmanlaşma açısından bakıldığında, hiçbir canlı ile kıyaslanamayacak üstünlüktedirler. (Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Karınca Mucizesi, Araştırma Yayıncılık)
Topluluk halinde yaşayan hayvanlar düzenli yaşantılarının yanı sıra tehlikeye de birlikte karşı koyarlar. Örneğin küçük kuşlar, doğan veya baykuş gibi yırtıcı kuşlar bölgelerine girdiklerinde topluca bu hayvanların çevresini sararlar. Bu arada çevredeki diğer kuşları da bölgeye çekmek için özel bir ses çıkartırlar. Küçük kuşların topluca gösterdikleri saldırgan hareketler, yırtıcı kuşları genellikle bölgeden uzaklaştırır.52
Birarada uçan bir kuş sürüsü de aynı şekilde tüm sürü üyeleri için bir koruma sağlar. Örneğin sürü halinde uçan sığırcıklar aralarında geniş bir mesafe bırakarak uçarlar. Ancak bir doğan gördüklerinde aralarındaki boşlukları kapatırlar. Böylelikle doğanın sürünün ortasına dalmasını zorlaştırırlar, doğan bunu yapsa bile kanatlarını sakatlar ve avlanamaz.53 Memeli hayvanlar da sürülerine bir saldırı olduğunda, toplu olarak hareket ederler. Örneğin zebralar düşmanlarından kaçarken yavrularını sürünün ortasına alırlar. Yunuslar da hep grup halinde gezerler ve en büyük düşmanları olan köpekbalıklarına karşı grupça karşı koyarlar.54
penguenler
Hayvanların sosyal hayatları ile ilgili verilebilecek sayısız örnek ve çok fazla detay vardır. Hayvanlarla ilgili elde edilen bu bilgiler, uzun yıllar boyunca yapılan kapsamlı araştırmalar neticesinde elde edilebilmiştir. Görüldüğü gibi her alanda olduğu gibi hayvanlarla ilgili Kuran'da verilen bilgiler de, onun Allah'ın sözü olduğunu göstermektedir.

BİYOMİMETİK: CANLILARDAKİ TASARIMLARI ÖRNEK ALMA

Sizin için hayvanlarda da elbette ibretler vardır, size onların karınlarındaki fers (yarı sindirilmiş gıdalar) ile kan arasından, içenlerin boğazından kolaylıkla kayan dupduru bir süt içirmekteyiz. (Nahl Suresi, 66)
Gerçekten hayvanlarda da sizin için bir ders (ibret) vardır; karınlarının içinde olanlardan size içirmekteyiz ve onlarda sizin için daha birçok yararlar var. Sizler onlardan yemektesiniz. Onların üzerinde ve gemilerde taşınmaktasınız. (Müminun Suresi, 21-22)
biyomimetik
Bugün pek çok bilim adamı ve araştırma-geliştirme (ARGE) uzmanı projelerine başlamadan önce, bunun canlılardaki örneklerini araştırmakta, onlardaki sistem ve tasarımları taklit etmektedirler. Diğer bir deyişle bilim adamları, Allah'ın doğada yarattığı tasarımları görüp incelemekte ve bunlardan ilham alarak yeni teknolojiler geliştirmektedirler.
Bu yönelim yeni bir bilim dalı doğurmuştur: "Biyomimetik". "Doğadaki canlılardan taklit" anlamına gelen bu bilim dalı, özellikle son dönemlerde teknoloji dünyasında yaygın bir uygulama alanı bulmuştur. Kuran'da Müminun Suresi'nin 21. ve Nahl Suresi'nin 66. ayetlerinde "ders alma, öğüt, önem, önemli şey, örnek" anlamlarına gelen "ibreten" kelimesinin kullanılması bu bakımdan çok hikmetlidir.
Biyomimetik, insanların doğada bulunan sistemleri taklit ederek yaptıkları maddelerin, aletlerin, mekanizma ve sistemlerin tümünü ifade eden bir terimdir. Doğadaki tasarımlar örnek alınarak yapılan aletlere, özellikle nanoteknoloji, robot teknolojisi, yapay zeka (AI), tıbbi endüstri ve askeri donanım gibi alanlarda kullanılmak için gerek duyulmaktadır.
Biyomimetik (biyomimikri), ilk defa Montanalı bir yazar ve bilim gözlemcisi olan Janine M. Benyus tarafından ortaya atılmış bir kavramdır. Türkçe karşılığı "biyotaklit" olan bu kavram, daha sonra pek çok kişi tarafından yorumlanmış ve uygulamaya geçirilmiştir. Biyomimetik hakkında yapılan yorumlardan biri şöyledir:
Biyomimikrinin ana teması doğadan model, ölçü ve akıl olarak öğrenecek çok şeyimiz olduğudur. Bu araştırmacıların ortak noktası, doğadaki tasarıma saygı göstermeleri ve insanların karşılaştıkları problemlerin çözümünde bunları kullanarak ilham almalarıdır.55
Ürün kalitesini ve verimini artırmada doğadan faydalanan şirketlerden biri olan Interface'in ürün stratejisti David Oakey de biyomimetik konusunda şunları söyler:
Doğa, benim iş ve tasarım konularında akıl hocam, yaşam tarzım için bir model. Doğanın sistemi milyonlarca senedir çalışıyor… Biyotaklit, doğadan öğrenmenin bir yoludur.56
Son yıllarda bilim adamları hızla yaygınlaşan bu fikri benimsediler; önlerindeki benzersiz ve kusursuz modelleri örnek alarak çalışmalarına hız kazandırdılar. Doğadaki tasarımlar, en az malzeme ve enerji ile en fazla verim almaları, kendi kendilerini onarma özellikleri, geri-dönüşümlü ve doğa-dostu olmaları, sessiz çalışmaları, estetik, dayanıklı ve uzun ömürlü olmaları bakımından teknolojik çalışmalara örnek teşkil ederler. High Country News adlı bir gazetede biyomimetik bilimsel bir hareket olarak tanımlanmış ve şöyle bir yorum yapılmıştır:
Doğal sistemleri model alarak, bugün kullandığımızdan çok daha uzun süreli teknolojiler oluşturabiliriz.57
Doğada gördüğü mükemmellikler üzerinde düşünerek, doğadaki modellerin taklit edilmesi gerektiğine inanan Janine M. Benyus'un, Biomimicry (Biyomimikri) adlı kitabında verdiği örneklerden bazıları şunlardır:
* Arı kuşlarının 10 gramdan daha az bir yakıtla Meksika Körfezi'ni geçebilmeleri,
* Yusufçukların en iyi helikopterlerden bile daha iyi manevra yapabilmeleri,
* Termit kulelerinde bulunan iklimlendirme ve havalandırma sistemlerinin, donanım ve enerji sarfiyatı bakımından insanların yaptıklarından çok daha üstün olmaları,
* Yarasanın çok-frekanslı ileticisinin, insanların yaptığı radarlardan daha verimli ve duyarlı çalışması,
* Işık saçan alglerin vücut fenerlerini aydınlatmak için çeşitli kimyasalları biraraya getirmeleri,
* Kutup balıkları ve kurbağaların donduktan sonra yeniden hayata dönmeleri ve organlarının buz nedeniyle hasara uğramaması,
* Bukalemunun ve mürekkep balığının, bulundukları ortamla tam bir uyum içinde olacakları şekilde derilerinin renklerini, desenlerini anında değiştirmeleri,
* Arıların, kaplumbağaların ve kuşların haritaları olmadan uzun mesafeleri katetmeleri,
* Balinaların ve penguenlerin oksijen tüpü kullanmadan dalmaları,
Yukarıda sadece birkaç örneğine yer verdiğimiz doğadaki hayranlık uyandıran bu gibi mekanizma ve tasarımlar, teknolojinin birçok alanını zenginleştirme potansiyeline sahiptir. Bilgi birikimimizin artması ve teknolojik imkanların gelişmesi ile birlikte bu potansiyel her geçen gün daha da ortaya çıkmaktadır.
Hayvanların her biri, insanları hayrete düşüren birçok yaratılış özelliklerine sahiptir. Kimileri suda hareket etmelerini sağlayan en ideal şekle (hidrodinamik) sahipken, kimileri de bizim için oldukça yabancı olan duyuları kullanır. Bunların birçoğu insanların ilk defa karşılaştıkları, daha doğrusu yeni farkına vardıkları özelliklerdir. Bazen bir canlının tek bir özelliğini bile taklit etmek için bilgisayar, mekanik, elektronik, matematik, fizik, kimya ve biyoloji gibi bilim dallarının önde gelen isimlerinin biraraya gelmesi gerekmektedir.
biyomimetikBilim adamları her geçen gün doğada keşfettikleri benzersiz yapılar ve sistemler karşısında hayrete düşmekte ve bunlara duydukları hayranlığı insanlık yararına yeni teknolojiler üretmek için kullanarak göstermektedirler. Doğada var olan mükemmel sistemlerin, uygulanan olağanüstü tekniklerin bilim adamlarının bilgisinin ve aklının çok üstünde olduğunun, mevcut problemlere benzersiz çözümler sunduğunun farkına varan bilim adamları, artık senelerce uğraşarak çözüm getiremedikleri pek çok konuda doğadaki tasarımların yardımına başvurmaktadırlar. Bunun sonucu olarak da kısa zamanda, başarılı sonuçlar elde etmeleri mümkün olmaktadır. Ayrıca doğanın taklidi ile birlikte bilim adamları gerek vakit ve emek açısından, gerekse maddi kaynakların isabetli kullanılması bakımından da çok önemli kazançlar sağlamaktadırlar.
Bugün görmekteyiz ki gelişen teknoloji yaratılış mucizelerini tek tek keşfetmekte ve "biyomimetik" biliminde olduğu gibi canlılardaki olağanüstü tasarımları örnek alarak insanlığa hizmet etmektedir. Janine M. Benyus da, doğayı taklit ettiğimiz takdirde yiyecek ve enerji üretimi, bilgi depolama, sağlık gibi birçok alanda kendimizi rahatlıkla geliştirebileceğimizi belirtmiştir. Bu konuların ele alındığı pek çok bilimsel makaleden birkaç tanesinin başlıklarını şöyle sıralayabiliriz:
Bilim Doğayı Taklit Ediyor58
Hayatın Tasarımdaki Dersleri59
Biyomimikri: Gözümüzün Önünde Gizlenen Sırlar60
Biyomimikri: Doğanın İlham Verdiği Buluşlar61
Biyomimikri: Bizi Çevreleyen Üstün Yetenek62
Biyomimetik: Doğadan İyi Dizaynlar Çıkarmak63
Biyomimetik: Doğadaki Tasarımlardan Malzemeler Meydana Getirmek64
Mühendisler Tasarım için Doğadan Örnek Alıyorlar65
19. yüzyılda doğanın taklidi sadece estetik açıdan uygulama sahasına sahipti. Dönemin ressam ve mimarları doğadaki güzelliklerden etkilenmiş, yaptıkları eserlerde bu yapıların dış görünüşlerini örnek almışlardı. Ama doğadaki tasarımların olağanüstülüğünün ve bunların taklidinin insanlar için fayda sağlayacağının anlaşılması, ancak doğal mekanizmaların moleküler seviyede incelenmesiyle -20. yüzyılda- başlamıştır. Bugün bilim adamları ve araştırmacılar Kuran'da yaklaşık 1400 sene evvel bildirildiği gibi canlılardan "ders" almaktadırlar. (Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Biyomimetik: Teknoloji Doğayı Taklit Ediyor, Araştırma Yayıncılık)