30 Mart 2013 Cumartesi

Üzerinizdeki Olumsuz Halden Nasıl Kurtulursunuz?


Üzerinizdeki Olumsuz Halden Nasıl Kurtulursunuz?

Allah, Kendisi’ne samimi bir kalple iman eden kimselere Katından bir güzellik, sevimlilik ve nur verir. Bu insanlar varlıklarıyla girdikleri her ortama güzellik ve esenlik getirirler. Yüzlerine bakmak, seslerini duymak, Allah’a olan derin imanlarını hissettiren samimi konuşmalarına ve tavırlarına şahit olmak çevrelerindeki insanlar için birer nimet olur. Kuran’da samimi müminlerin bu özelliklerine ve bunu ifade eden, yüzlerindeki ‘secde izi’ne şöyle dikkat çekilmektedir:
Muhammed, Allah’ın elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar da kafirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları, rüku edenler, secde edenler olarak görürsün; onlar, Allah’tan bir fazl (lütuf ve ihsan) ve hoşnutluk arayıp-isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir… (Fetih Suresi, 29)
Yine başka bir ayette samimi müslümanların yüzlerine dikkat çekilmiştir:
Nimetin parıltılı-sevincini sen onların yüzlerinde tanırsın. (Mutaffifin Suresi, 24)
Samimiyetsiz bir tavır içerisinde olan insanların üzerinde ise, müminlerin tam tersine olumsuz bir hal oluşur. Kendi iç dünyalarında yaşadıkları tevekkülsüzlük, hüzünlü, sıkıntılı ve gergin ruh halleri ve kibirleri, bu insanların girdikleri her ortamda negatif bir hava esmesine neden olur. Hiçbir söz söylemeseler, hiçbir şey yapmasalar dahi bulundukları yerden çevrelerine olumsuz bir elektrik yayarlar. Gergin ruh halleri, azap dolu yüzleri ve sıkıntılı sesleri insanlara bu durumu açıkça hissettirir. Samimi olmadıkları, Allah’a karşı mutlak dürüstlüğü yaşamadıkları sürece bu iticilik üzerlerinden gitmez. Çevrelerindeki insanlara sempatik görünebilmek için her ne yaparlarsa yapsınlar, olumlu bir etki oluşturamazlar.
Bu, Allah’ın insanlar üzerinde yarattığı mucizevi bir durumdur. Böyle olumsuz bir halin nedeni kimi zaman tam olarak tarif edilemeyebilir, ama çoğu kişi böyle insanları anlar ve onlarla aynı ortamı paylaşmak istemez. Bu da, olumsuz hali üzerinde barındıran insanın dünyada içten içe yaşadığı sıkıntılardan biridir.
Ancak aynı insan kalbini temiz tutup, Allah’a karşı samimi olmaya niyet ettiği andan itibaren de, üzerindeki bu kötü hal Allah’ın dilemesiyle hemen dağılır ve yerini nurlu bir yüze bırakır.
Buraya kadar saydığımız özellikler Allah’ın gerçek imana yanaşmamalarına karşı insanlara verebileceği karşılıklardan sadece birkaç tanesidir. Unutulmamalıdır ki Allah’ın gücü sonsuzdur. Eğer meydana gelen tüm bu açık alametlere rağmen, kişi nasıl bir zarara uğradığını görmezlikten gelir ve Allah’a sığınmaz ise, Allah daha şiddetli karşılıklar da verebilir.
Hiç kimse “nasıl olsa iman ediyorum, ibadetlerimi yerine getiriyorum” diyerek kendisini kandırmamalı, hiçbir noktada samimiyetsizlik bırakmadan Allah için kalbini arındırmalıdır. Allah’ın“Hayır; gerçekten insan, azar. Kendini müstağni gördüğünden.” (Alak Suresi, 6-7) ayetleriyle bildirdiği gibi bir sonuç oluşmasından Allah’a sığınmalıdır.          Beyza Bayraktar

Kuran'a Göre İyilik Ve Kötülük


Kuran'a Göre İyilik Ve Kötülük

İyilik ve kötülük, belki de insanların hayatları boyunca üzerinde en çok konuştukları ve düşündükleri kavramlardandır. İnsanların çoğu, kendi belirledikleri ölçüler içinde "iyi insan olmak" ve "kendisini ve sevdiklerini kötü tavırlardan, kötü insanlardan korumak" için gayret eder. Kötülükten sakınmak için gösterilen bu çaba elbette son derece önemlidir. Ancak yaşamları boyunca bu yönde çaba harcayan pek çok insan, kötülüğün aslında kendisine ne kadar yakın olduğunu gereği gibi düşünmemiş olabilir. Çünkü kimi insanlar kendilerine Kuran'da bildirilen gerçekleri ölçü almadıkları için, kötülüğü, ancak açık ve net olarak yaşandığında kötülük olarak kabul ederler. Örneğin intikam hissinin, öfkenin, kinin, kıskançlığın, bencilliğin, yalan söylemenin kötü davranışlar olduğunu hemen herkes bilir; ya da kindar bir insanın öfkesini, yalan söyleyen bir kişinin sahtekarlıklarının bir kısmını görüp anlayabilir.
Bunun yanı sıra kötülük denildiğinde genellikle insanların aklına, yanlışlığı çoğu insan tarafından kabul edilen, birini öldürmek, hırsızlık yapmak, bir başkasının hakkını çiğnemek gibi temel tavır bozuklukları gelir. Dolayısıyla birçok insan, bu davranışlardan sakınmaları ve hatta bu tavırları gösteren insanları kınamaları nedeniyle kendilerini kötülükten çok uzak görebilirler. Oysa kötülüğün bir de açıkça görülemeyen, sinsice ve gizlice yaşanan yönleri vardır ki çoğu insan bunların kötülüğün bir parçası olduğunu kabul etmek istemez.
Bunun sebebi ise, Kuran'a göre yaşamayan insanların iyilik ve kötülük kavramları hakkında kendilerine göre birtakım doğrularının ve yanlışlarının olmasıdır. İyiliği ve kötülüğü kendi inançları, düşünceleri, hayata bakış açıları ve toplumsal eğitimleri doğrultusunda kendileri belirlemektedirler. Oysa gerçekte iyiliğin ve kötülüğün karşılığını öğrenebileceğimiz tek bir kaynak vardır; Allah'ın, insanlara doğruyu yanlışı bildirmek ve onları karanlıklardan nura çıkarmak için göndermiş olduğu hak kitabı 'Kuran-ı Kerim'...
Allah, Kuran'da iyilik ve kötülüğün neler olduğunu tarif etmiş, ayrıca insanı kötülüğe sürükleyen nedenleri de açıklamıştır. Kuran'da gerçek iyiliğin Allah'tan korkan ve Allah'ın sınırlarını koruyan kimselerin davranışları olduğu bildirilmiştir:
"... ama iyilik sakınan(ın tutumudur)..." (Bakara Suresi, 189)
Allah'tan korkup sakınan kişi, karşısına çıkan her olayda     Allah'ın rızasına ve Kuran'a uygun bir tavır göstererek, hayatının her anında iyi davranışlarda bulunmuş olur. Çevresinde olup biten tüm olayların Allah'ın hakimiyetinde geliştiğini bilmesi, herşeye hayır ve hikmet gözüyle bakması, gizli veya açık yaptığı her tavrın ahirette karşısına çıkacağını düşünmesi kişiyi sürekli olarak doğru düşünmeye ve güzel davranışlarda bulunmaya sevk eder. Dolayısıyla iyiliğin gerçek anlamıyla yaşanabilmesi için insanın; "Allah'tan korkması, ahirete inanması ve kendisine Allah'ın rızasını kazanmayı amaç edinmiş olması" gerekir. Bu özellikler olmadan yapılan davranışlar, Kuran'a göre gerçek iyilik değildir.
Kuran ayetleriyle insanlara iyilik gibi, kötülüğün tanımı da bildirilmiştir. Kuran'a göre kötülük Allah'tan korkup sakınmadan yapılan tavırlardır. Allah'tan başka ilahlar edinmek, O'ndan başkasına kulluk etmek, insanların hoşnutluğunu ve dünya hayatının menfaatlerini elde edebilmek için yaşamak kişileri kötülüğün içine sürükler. İman etmeyenler için büyük bir hırs ve tutkuya dönüşen dünyevi değerler bu insanları güzel ahlaktan uzaklaştırır. Dünya hayatından olabilecek en fazlasını, en iyisini elde edebilmek için daima öncelikle kendi menfaatlerini düşünür ve bunları herşeyin üzerinde tutarlar. Bunlar da beraberinde kişiye bencillik, cimrilik, nankörlük, sahtekarlık, kibir, yalan, merhametsizlik gibi kötü ahlak özellikleri getirir.
Hayatlarını bu düşünceler doğrultusunda yönlendiren insanlar yine de kendilerine göre birtakım kötülüklerden sakınabilirler. Ancak bu konudaki ölçüleri genellikle insanlar tarafından kınanmamak, toplumun değer yargılarına ters düşmemek ya da menfaatlerinin zarar görmesini engellemek gibi hedeflere yöneliktir. Bu nedenle kimi zaman açıktan açığa bazı kötü tavırlardan sakınırlarken, bunların gizli kalması durumunda bu konuda hiçbir kısıtlamaya gitmeyebilirler. Kimsenin duyup görmeyeceğinden ve ispatlanamayacağından emin oldukları durumlarda kötülüğe gönül rahatlığıyla yanaşabilirler. Bu, söz konusu kişilerin Allah korkularının olmamasından kaynaklanır. Kötülükten sakınmadaki ölçüleri, "insanların bilmemesi, onların gözünde itibarlarını kaybetmemeleri ve toplum genelinde iyi bilinmeleri" şartlarına dayalıdır. Bu şartlarda güvence sağladıkları takdirde duruma göre kötülüğün pek çok türüne eğilim gösterebilirler. Dolayısıyla bu kimselerin kötülük kavramını değerlendirişleri, yalnızca "kötülüğün açığa çıkmaması" esasına dayalıdır.
Oysa Allah, insanlara kötülüğün açık olanından da gizlisinden de kaçınmalarını bildirmiş ve bunların neler olduğunu Kuran ayetleriyle açıklamıştır. Kuran'ı ölçü almayan insanlar, Allah'ın "... onlar salih bir ameli bir başka kötüyle karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tevbelerini kabul eder. Hiç şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir." (Tevbe Suresi, 102) ayetiyle bildirdiği gibi bir ahlak göstererek kötülüğe meyledebilirler. Böyle bir durumun oluşmasını engellemek içinse, insanlara öncelikle kötülüğün kaynağını tanıtmak ve bu kaynağı tüm yönleriyle deşifre etmek gerekmektedir. Kötülüğün bu şekilde deşifre edilmesi, sinsiliği ortadan kaldıracak, gizli olmasına dayanarak kötülüğü meşru gören ve uygulayan insanların bu tavırlardan sakınmalarını sağlayacaktır. Aksinde Allah'ın "Yoksa kötülüklere batıp-yara alanlar, kendilerini iman edip salih amellerde bulunanlar gibi kılacağımızı mı sandılar? Hayatları ve ölümleri bir mi (olacak)? Ne kötü hüküm veriyorlar." (Casiye Suresi, 21) ayetiyle bildirdiği gibi, kötülüğü, gizli kalmasına aldanarak yaşayan kimselerin dünyada ve ahiretteki yaşamları, iman sahiplerininkinden çok farklı olacaktır. Kuran'da "güzel işler yaptıklarını sanan" ama aslında tüm çabaları boşa çıkan kimselerin ahirette "en çok hüsrana uğrayanlar" oldukları bildirilmiştir:
De ki: "Davranış (ameller) bakımından en çok hüsrana uğrayacak olanları size haber vereyim mi?"
"Onların, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar."İşte onlar, Rablerinin ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkar edenlerdir. Artık onların yapıp-ettikleri boşa çıkmıştır, kıyamet gününde onlar için bir tartı tutmayacağız. (Kehf Suresi, 103-105)

Biyomimetik Teknoloji Doğayı Taklit Ediyor


Bitkilerdeki Tasarımlar ve Biyomimetik

Birisi size son yıllarda kullanmaya başladığımız fiberoptik teknolojisini (ışık ve yüksek kapasitede bilgi iletme özelliğine sahip fiber optik kablolardan oluşan sistem) milyonlarca yıldır kullanan canlılar olduğunu söyleseydi ne düşünürdünüz?
Söz konusu teknolojiyi kullananlar çok iyi tanıdığımız ancak belki de sahip oldukları üstün tasarım çoğu kimsenin aklına dahi gelmeyen bitkilerdir.
Pek çok insan çevresine alışkanlıkla, yüzeysel olarak bakar, Allah'ın canlılarda yarattığı üstün tasarım örneklerini görmezden gelerek hiç düşünmez. Oysa bütün canlılar bu alışkanlık perdesini kaldıracak sırlarla doludur. Bu sırları keşfedebilmek için sadece neden, nasıl, niçin sorularını sormak yeterlidir. Bu soruların cevaplarını düşünen insan çevremizde gördüğümüz herşeyi sonsuz güç, bilgi ve akıl sahibi olan Rabbimiz'in yarattığını fark edecektir. Örnek olarak bitkilerin gerçekleştirdiği fotosentez olayını alalım. Fotosentez sırları hala çözülememiş bir yaratılış mucizesidir.
Bitki hücrelerinin güneş ışığını, insanların ve hayvanların besin yoluyla alabilecekleri bir enerjiye dönüştürmelerine "fotosentez" denir. Bu tanım belki ilk okuyuşta pek çok kimse için çok dikkat çekici olmayabilir. Ne var ki biyomimetik uzmanları fotosentezin yapay olarak gerçekleştirilmesinin tüm dünyayı değiştirecek bir olay olduğuna inanmaktadırlar.
Bitkiler fotosentezi birbirini takip eden oldukça kompleks bir dizi işlem sonucunda gerçekleştirirler. Bu işlemlerin tam olarak neler olduğu henüz bilinmemektedir.
Fotosentezin sadece bu özelliği bile evrim teorisini savunanlara söz hakkı tanımamaktadır. Prof. Dr. Ali Demirsoy'un şu sözleri, evrimci bilim adamlarının fotosentez karşısında içine düştükleri açmazı çok iyi bir şekilde tarif eder:
Fotosentez oldukça karmaşık bir olaydır ve hücrenin içerisindeki organelde ortaya çıkması olanaksız görülmektedir. Çünkü tüm kademelerin birden oluşması olanaksız, tek tek oluşması da anlamsızdır.43
Bitkiler güneş ışığını "kloroplast" adı verilen doğal solar hücrelerle yakalarlar. Biz de yapay solar hücrelerle (güneş panelleri) elde edilen enerjiyi alarak pillerde depolarız.
Solar hücre (güneş paneli), ışığı elektrik enerjisine çevirir. Hücrenin düşük güçlü çıktısı (low power output), çok sayıda panel kullanılmasını gerektirir. Solar hücrelerin, insanların ihtiyaç duyduğu enerjiyi karşılayabilmeleri için yapraklarda olduğu gibi sadece güneş ışıklarına bakmaları yeterlidir. Kloroplastların yaptığı iş tam olarak taklit edilebildiğinde yüksek enerji sarfiyatı yapan cihazların bile küçücük güneş pilleri ile çalıştırılabilmesi mümkün olacaktır. Uzay mekikleri ve yapay uydular başka bir enerji kaynağına ihtiyaç duymadan sadece güneş enerjisi ile uçabilecektir.
Böylesine üstün özelliklere sahip olan, bilim adamlarının büyük bir hayranlık duydukları ve taklit etmeye çalıştıkları bitkiler de, yaratılan her canlı gibi Allah'a boyun eğmiştir. Bu gerçek, bir ayette şöyle bildirilir:
yaprak pil
Bitki ve ağaç (O'na) secde etmektedirler.
(Rahman Suresi, 6)

28 Mart 2013 Perşembe

Eşsiz Bir Mucize: Kristal Kar Taneleri


Eşsiz Bir Mucize: Kristal Kar Taneleri

Bir maddeyi oluşturan moleküller ve atomlar, en düzenli şekillerini katı haldeyken elde ederler. Birbirlerine bağlanarak meydana getirdikleri şekiller, üç boyutlu geometrik şekillerdir ve peşpeşe meydana getirdikleri prizmalardaki açıların belli oranları vardır. Bu oranda asla bir hata, bir sapma, bir değişiklik olmaz. Eğer bir maddenin 3 santimin milyonda biri kadarlık bir alanında bile, atomlar söz konusu mükemmel ve kusursuz geometrik düzenlemeye sahip iseler, bu madde kristaldir.
Bir kar tanesi küçük bir toz tanesi etrafında oluşmaya başlayan bir kristaldir. Büyüklüğü sadece birkaç mikron kadardır. Meydana gelen bu mikroskobik şekil altıgendir ve oluşan bu kristal, köşelerinden itibaren küçük kollar uzatarak gitgide gelişir. Hava soğudukça, ortam değiştikçe, kristal büyür, oluşan yapı üzerinde kılcal uzantılar oluşur. Kar tanelerini meydana getiren atomlar, birbirlerine gevşek bir bağ ile bağlanırlar. Bu durum kristallerin birbirlerine farklı şekillerde bağlanmalarına sebep olmaktadır. Bu farklılık o kadar büyüktür ki, yeryüzüne birbirinin aynısı olan bir çift kar tanesinin düşme ihtimali oldukça zordur.
Yeryüzüne sadece bir yıl içinde düşen kar tanelerinin sayısını bir düşünelim. Bunu tahmin edebilmemiz oldukça zordur. Sadece tek bir yağış sırasında tek bir alana düşen kar tanelerinin sayısını bile tahmin etmekte güçlük çekeriz. Her yıl yeryüzüne sayısı belirlenemeyecek kadar çok kar tanesi düşmektedir ve bunların tümü birbirlerinden farklı şekillere sahiptirler. Trilyonlarca minik taneye birbirinden farklı şekil verebilmemiz imkansızdır. Bu durumda, yine Allah'ın yarattığı mükemmel bir detayın, bir olağanüstülüğün sergilenmekte olduğu açıktır. Kainatın Yaratıcısı olan Allah için kuşkusuz birbirinden çeşitli kar tanelerini yaratmak çok kolaydır. Bu örnek, Allah'ın her şeyi çeşit çeşit yaratmaya kadir olduğunun, yeryüzünün her yanında olduğu gibi dilediği zaman mikroskobik detaylar üzerinde de mükemmel incelik ve zerafet sanatını insanlara tanıtacağının delilidir. Allah, bir zerafet, güzellik ve nimet olarak yağan kar tanelerinde Kendi detay sanatını sergileyerek kudretini ve yarattığı güzellikleri insanlara göstermektedir.
Allah bir ayetinde şöyle bildirmiştir:
Gerçekten, gece ile gündüzün art arda gelişinde ve Allah'ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde korkup-sakınan bir topluluk için elbette ayetler vardır. (Yunus Suresi, 6)
İnsana gösterilen Allah'ın delilleri çok fazladır. Bu delilleri görebilmek için insanın ön yargısız ve samimi şekilde Allah'a yönelmesi gerekir. Allah, insanın görüşünü, anlayışını ve takdir etme gücünü bu vesile ile kuvvetlendirebilir. Yoksa insan körleşir, kendisine verilmiş nimetlerin güzelliğini fark edemez ve bu nedenle ahirette hüsrana uğrayabilir. Böyle bir hüsran ile karşılaşmamak için, insana hazır olarak sunulan bu güzel nimetlerin gerçek sahibi olan Allah'a sürekli olarak kalpten yönelmek gerekmektedir.

27 Mart 2013 Çarşamba

"Dünya hayatındaki tüm zevkleri tüketenler


"Dünya hayatındaki tüm zevkleri tüketenler" kimlerdir?

Geçmişten bugüne yaşadıklarınızı hızlıca bir gözden geçirdiğinizde, karşınıza çıkan insanların birçoğunun ortak bir özelliğe sahip olduklarını fark edersiniz: Genç ya da yaşlı, zengin ya da fakir olsun, insanların bir kısmı yaşadıkları hayattan yakınmayı yaşamlarının önemli bir parçası haline getirmişlerdir. Hemen her olay hakkında şikayet edecek, hoşnutsuzluklarını dile getirecek bir şeyler bulurlar. Karşılaştıkları bir olayın yüz tane güzel, sevinç duyulacak, zevk alınacak yönü varsa, onlar bunları görüp bunlarla mutlu olmaktansa, birkaç kusurlu detaya takılıp bunların sıkıntısını yaşarlar. Bu anlayış, onlarda öylesine yerleşik bir alışkanlık haline gelmiştir ki, henüz yaşamadıkları, tecrübe etmedikleri olaylar hakkında da aynı tavrı gösterebilirler. Daha bir olayı yaşamadan, karşılarına çıkabilecek muhtemel pürüzleri düşünür ve bu hayali sıkıntılar nedeniyle mutsuz olabilirler.
Tüm bunların ötesinde, her türlü çabalarına karşın, kendilerinin de nedenini tam olarak keşfedemedikleri sebepsiz bir bıkkınlık ve hiçbir şeyden yeteri kadar memnun olamama hissi içerisindedirler. Dikkatlice düşündüğünüzde bu gibi insanların "İçimde sebepsiz bir sıkıntı var", "Canım çok sıkılıyor", "Artık bu hayattan bıktım", "Canım hiçbir şey yapmak istemiyor" gibi sözleri sık sık dile getirdiklerini hatırlarsınız. Üstelik bu kimseleri, kalplerinde yaşadıkları bu derin bıkkınlık ve hoşnutsuzluk hissinden kurtarmaya çalışsanız da çoğu zaman başaramazsınız.
Öyle ki, onları dünyanın en güzel yerine götürseniz, olabilecek en güzel, en mükemmel nimetleri önlerine serseniz, arzu edebilecekleri her türlü konfor ve lüksü sağlasanız, yine de bu kimselerin güzelliklerden gereği gibi zevk alabilmelerini sağlayamayabilirsiniz. Bu güzelliklerin her zaman ruhlarına etki etmesini ve onları tam anlamıyla mutlu etmesini mümkün kılamayabilirsiniz.
Oysa gökyüzünden denizin derinliklerine kadar her yer saymakla bitiremeyeceğimiz mükemmellikte detaylarla doludur. Her biri birbirinden güzel olan canlılar; kuşlar, tavşanlar, sincaplar, aslanlar, zebralar, kaplanlar, kediler, köpekler, balıklar... Bin bir çeşit meyveler; çilekler, portakallar, kavunlar, erikler, şeftaliler... İç açıcı bitkiler; güller, orkideler, papatyalar, menekşeler, sümbüller, karanfiller, yüzlerce yıllık ağaçlar ve daha milyonlarca güzellik insanın içinde çok büyük bir coşku uyandırır. Güzel bir manzara, güzel bir insan yüzü ya da güzel bir ziyafet sofrası insan ruhuna çok büyük bir zevk verir.
Allah, Kuran ayetlerinde dünya hayatında insanlara sunduğu güzelliklere dikkat çekmiş ve bu nimetleri insanların "bir genelleme yaparak dahi saymakla bitiremeyecekleri kadar çok ve çeşitli" olduğunu hatırlatmıştır.
Allah ayetlerde şöyle buyurmaktadır:
   
 
Allah, gökleri ve yeri yaratan ve gökten su indirip onunla size rızık olarak türlü ürünler çıkarandır. Ve O'nun emriyle gemileri, denizde yüzmeleri için size, emre amade kılandır. Irmakları da sizin için emre amade kılandır. Güneş'i ve Ay'ı hareketlerinde sürekli emrinize amade kılan, geceyi ve gündüzü de emrinize amade kılandır. Size her istediğiniz şeyi verdi. Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışırsanız, onu sayıp-bitirmeye güç yetiremezsiniz. Gerçek şu ki, insan pek zalimdir, pek nankördür. (İbrahim Suresi, 32-34)
Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nahl Suresi, 18)
 
   
Aslında sırf bu güzelliklerden bir tanesi bile insan ruhuna büyük zevk ve keyif verebilir. Bu nedenle bazı insanların bu güzelliklerin binlercesiyle iç içe yaşadıkları halde bunları fark edememeleri, bunların hiçbirinden coşku ve heyecan duyamamaları, zevk alıp mutlu olamamaları, hiç kuşku yok ki, ortada olağan dışı bir durum olduğunu gösterir. Herşeyden önce bu büyük bir nimet kaybı ve büyük bir eksikliktir. Çok açıktır ki bu kimseler, dünya hayatındaki tüm zevkleri tüketip yok etmiş, artık bunlardan lezzet alamayacak hale gelmişlerdir.
Oysa ne büyük bir çelişkidir ki, birçok asılsız bahane öne sürerek dinden kaçan insanlar dünya hayatını çok zevk alacakları, sürekli gülüp eğlenecekleri bir yer olarak görmek isterler. Hayattaki en büyük amaçları dünya hayatından sınırsızca fayda elde edebilmek, burada yaşayabilecekleri tüm zevkleri tadabilmektir. Bu, dünyanın her yerinde ve her çağda değişmeyen bir kural olmuştur. Tarih boyunca hayatın gerçek anlamını kavrayamamış bazı insanlar dünyadan zevk alma üzerine felsefeler yapmış, kendi deyimleriyle "gününü gün eden" kişilere övgüler yağdırmışlardır.
Ünlü Latin lirik şairi ve yazar Horace'nin (MÖ 65-8) bir deyişinden esinlenerek ortaya çıkan ve 17. yüzyıl Avrupası'ndan beri kullanılan bir deyim olan "Günü Yakala" (Carpe Diem), sadece dünya hayatı üzerine kurulan bu yaşam tarzının batıl felsefesini özetlemektedir. Bu sözle, "insanın yarınını düşünmeden, sadece içerisinde bulunduğu anı yaşayıp, gününü gün etmesi" ifade edilmektedir. "Günü yakala" fikri ile, insanlara her an ölüm ile karşılaşabilecekleri, bu nedenle de ölümü ve sonrasını düşünmektense, bu gerçekleri hiç akıllarına getirmeden sadece içerisinde bulundukları anı değerlendirerek yaşamaları öğütlenir.
Aynı şekilde Rönesans dönemine damgasını vuran "Öleceğini Hatırla" (Memento Mori) kavramı da insanlara, öleceklerini hatırlayarak, dünyaya daha çok sarılmayı öğütlemektedir. Bu yanlış düşünceye göre, insan, ölümden korkarak yaşamaktansa, içinde bulunduğu zamanı, ölümün yakın olduğunu bilerek, sadece zevklerine göre şekillendirmeli, hiçbir sınır tanımadan, canının istediği gibi yaşamalıdır.
Mutluluğun ve güzel bir hayat yaşamanın yolunu, Allah'ın ayetlerinin dışında arayan toplumlar tarih boyunca pek çok sapkın fikir ve felsefe geliştirmişlerdir. Ortaya attıkları tüm çarpık düşüncelerin ortak noktası ise, dünya hayatının nimetlerinden maksimum düzeyde, hırsla ve tutkuyla faydalanabilmektir.
Allah, Kuran'da böyle kimselerin bu hırsına "Şu halde sen, Bizim zikrimize sırt çeviren ve dünya hayatından başkasını istemeyenden yüz çevir." (Necm Suresi, 29) ayetiyle dikkat çekmektedir. Bir başka ayette ise, Allah, bu kimselerin kapıldıkları dünya hırsı nedeniyle kendilerine verilen sayısız imkan ve nimetlere şükretmek yerine, doyumsuzca bir hırs içinde yaşadıklarını bildirmektedir:
Kendisini tek olarak (ve yapayalnız) yarattığım (şu adam)ı Bana bırak; Ki Ben ona, 'alabildiğine geniş kapsamlı bir mal' (servet) verdim. Göz önünde-hazır çocuklar (verdim). Ve sayısız imkan ve fırsatları önüne serdim. Sonra, daha artırmam için tamah eder (doyumsuz istekte bulunur). (Müddessir Suresi, 11-15)
O halde tüm bu doyumsuz isteklerine rağmen, bu insanların dünya hayatından, insanlardan, doğadan, canlılardan zevk alamamalarının nedeni nedir? Tek amaçları dünya hayatının zevklerinden istifade etmek iken, nasıl olup da tüm zevklerden mahrum kalmaktadırlar? Neden bu kadar nimetin içinde oldukları halde büyük bir sıkıntı, kasvet, bunalım ve bıkkınlık içinde yaşarlar? Dünya hayatının güzelliklerini ve nimetlerini fark edemeyecek ya da bunlardan zevk alamayacak bir ruh halini nasıl elde ederler? Dünya hayatındaki tüm zevkleri nasıl tüketip yok eder, tüm arzularına ve çabalarına karşın bu zevklerden nasıl mahrum kalırlar?
Tüm bu soruların tek bir cevabı ve tüm bu durumun tek bir açıklaması vardır: Söz konusu insanlar inkar içindedirler. Kendilerine tüm bu nimetleri verenin Rabbimiz olduğunu unutmalarına ve nankörlük etmelerine karşılık dünya hayatında bu insanların kalpleri sıkıntılı kılınmaktadır. Allah Kuran'da bu gerçeği şöyle bildirmektedir:
Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir. (Enam Suresi, 125)
Bir başka ayette ise "Allah, iman edenlerin velisi (dostu ve destekçisi)dir. Onları karanlıklardan nura çıkarır; inkar edenlerin velileri ise tağuttur. Onları nurdan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar, ateşin halkıdırlar, onda süresiz kalacaklardır." (Bakara Suresi, 257) şeklinde bildirildiği gibi, Allah, inkarları nedeniyle güzellikler içerisinde yaşadıkları halde bu kimseleri karanlık ve kasvetli bir dünyaya sevk etmektedir.
Oysa Allah dünya hayatını insanlar için bir deneme olarak yaratmıştır. Bu nedenle dünya hayatının süslerine kapılıp gitmek büyük bir yanılgıdır. Peygamber Efendimiz (sav) bir hadisinde dünya hayatı ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadırlar:
Dünya tatlı ve hoştur. AIIah sizi ona vâris kılacak ve nasıl hareket edeceğinize bakacaktır. Öyleyse dünyadan sakının. (Kütüb-i Sitte, Müslim, Zikr 99, (2742); Tirmizi, Fiten 26, (2192))
Allah'ın razı olacağı umulan tavır, tüm dünya nimetlerinin Rabbimiz’in bir lütfu olarak bizlere ulaştığını kavramak ve O'na karşı şükredici bir ahlak içerisinde olmaktır. Bu güzel ahlakı yaşayan insan, çevresinde daima Rabbimiz’den gelen güzelliklerin, nimetlerin ve hayırların olduğunu her an hissedecektir.
İnkar edenler ise bu gerçeği görmek yerine, Allah'ı unutarak, sadece ellerindeki nimetlerden hırslı bir tutkuyla faydalanmaya bakarlar. Bu hırsın şiddeti arttıkça, bu kimselerdeki hoşnutsuzluk da büyür. Bu büyük çelişkinin nedeni, söz konusu insanların herşeye sahip olmak için adeta delice bir isteğe kapılmalarıdır. Sahip olduklarıyla mutlu olmak, ellerindekinin kıymetini bilip bunlara sevinmek yerine, hep daha fazlasına sahip olamamanın mutsuzluğunu yaşarlar. Bundan dolayı da ellerindeki imkan ve nimetlerin de tadına varamazlar.
Örneğin güzel bir arabaları olur, ama daha yeni bir modeli çıktığı anda, sahip oldukları arabanın onlar için hiçbir değeri kalmaz. Tatil yaparak tüm sorunlarının üstesinden geleceklerine inanırlar. Ama tatil esnasında yaşadıkları ufak tefek aksaklıklar onlar için bir sıkıntı ve azap nedeni haline gelir. Sabır ve tevekkülle sorunların üstesinden gelmeye çalışmaz, kötümser ruh halleri nedeniyle daha da sıkıntılı bir şekilde tatilden dönerler. Tüm bu arayışları hep hüsranla sonuçlanır. Aldıkları zevk varsa da, bu, çok kısa süreli olur; daha sonrasında gelen sıkıntı ise çok uzundur.
Elbette dünya hayatı insanlar için bir denenme yeridir bu nedenle güzelliklerin yanında birçok kusur, eksiklik ve acizlikle birlikte yaratılmıştır. Bu nedenle insanlar, yaşamları içerisinde, her ne kadar istemeseler de bu eksikliklerle mutlaka karşılaşacaklardır. Nitekim zengin olanın zenginliğini, güzel olanın güzelliğini, zeki olanın tüm zekasını bir kaza ya da bir felaketle tamamen kaybetmesi mümkündür. Ayrıca böyle bir kaza söz konusu olmasa bile bir gün mutlaka her insanın gençliği de, sağlığı da yok olacak, enerjisi ve gücü zamanla elinden gidecektir. Maddi-manevi anlamda kendilerinden daha üstün insanlarla karşılaşma ihtimali de, din ahlakından uzak insanların huzurlarını kaçıran bir başka konudur. Kendilerinden daha zengin, daha güzel, daha başarılı, daha akıllı, daha geniş bir sosyal çevreye sahip insanların varlığı onları büyük bir bunalıma sürükler.
İşte inkar edenlerin hayatları boyunca büyük bir arayış içinde olmalarının, sahip oldukları nimetler ile hoşnut olmamalarının nedeni bu sapkın anlayıştır. Hırsları onları zorlu bir hayata sürükler. Bir türlü ellerindeki güzellikleri görüp fark edemez, bunların zevkini gereği gibi tadamazlar.
Ölümle birlikte tüm nimetlerin yok olacağına inanan bu insanlar için tüm güzellikler daha dünyadayken birer birer tükenip yok olur; güzellikleri, gençlikleri, sağlıkları hep geçicidir. Maddi kazançları ise, nefislerinin azgın tutkularından dolayı onlara yeterli gelmez. İşte tüm bu nedenlerle tutkuyla bağlandıkları dünya hayatı, bu insanlar için bir azap haline gelir. Allah, inkar edenlerin cehennem hayatından önce dünyada da azapla karşılaştıklarını şu sözlerle haber vermektedir:
   
 
Derler ki: "Eğer doğruyu söylüyor iseniz, bu va'dolunan (azab) ne zaman?" De ki: "Belki de acele etmekte olduğunuzun (azabın) bir kısmı size yetişmiştir bile." (Neml Suresi, 71-72)
 
   
Allah'ın ayetlerde bildirdiği azabın bir kısmı, bu insanların dünya hayatının tüm güzellikleri ve imkanları içerisinde bir nevi cehennem hayatı yaşamalarıyla kendini göstermektedir.
Dünyanın farklı toplumlarında birçok insan bu ruh halini yaşamaktadır. Bunalımların, sıkıntıların, stresin ve psikolojik sorunların böylesine artması, dünya hayatına olan bu çarpık bakışın bir sonucudur. "İçimde sebepsiz bir sıkıntı var", "Canım çok sıkılıyor", "Artık bu hayattan bıktım", "Canım hiçbir şey yapmak istemiyor" gibi sözler sarf ederek yaşamını sürdüren her insanın, acil değişmesi gereken bir ruh hali içerisinde olduğunu görmesi gerekmektedir.
Böyle bir sıkıntı içinde olan her insanın durup düşünmesi, kendi kendine bunun sebebini sorması ve bu durumun neden kaynaklandığını araştırıp buna çözüm araması gerekmektedir. Allah bu konunun da çözümünü bizlere Kuran ayetleriyle bildirir. Nimetlerden zevk alabilme, güzellikleri görüp fark edebilme yeteneği ancak iman ile kazanılmaktadır.

HAYATIN TADI ANCAK İMANLA ÇIKAR


HAYATIN TADI ANCAK İMANLA ÇIKAR
Dünyanın dört bir yanı saymakla bitirilemeyecek güzelliklerle doludur. Ancak birçok insan bu güzelliklerin farkında bile değildir. Kendi dertlerine, sıkıntılarına gömülmüş, bunların ağırlığından etraflarında olup biten sevinç duyulacak, keyif alınacak olayları, güzellikleri göremeyecek hale gelmişlerdir. Kendilerine sorsanız; hayatın "sarp ve dikenli bir yokuş" olduğundan, kendilerinin de bu sarp yokuşu aşabilmek için büyük bir "yaşam kavgası" verdiklerinden bahsederler. Hayatı hep "zorluk ve mücadele ortamı" gibi ifadelerle tanımlarlar. Verdikleri bu yaşam kavgasının neden olduğu bıkkınlıktan, yorgunluktan, bezginlikten söz ederler. "Bıktım artık yaşamaktan", "Artık hiçbir şeyden zevk alamıyorum" gibi cümleleri hemen her gün, her sohbetlerinde sarf ederler. Hatta bu bıkkınlık ve bezginlik sebebiyle kimileri hayatın hiçbir anlamı kalmadığını söyleyip bu durumdan kurtulmak için ölmeyi istemekte, intihara kadar varan eylemlerde bulunmaktadırlar.
Oysa gerçekte dünya hayatı, söz konusu kişilerin tanımladıkları ve yaşadıkları şekilde olmak zorunda değildir. Elbette dünya hayatı pek çok eksiklikle, insanlar da pek çok acizlikle birlikte yaratılmıştır. Ama bu eksiklikler ve acizliklere karşı koymanın yolu "yaşam kavgası vermek" değildir. Allah insanlara çözümü Kuran ile bildirmiştir. Çözüm sadece iman etmektedir. Allah, "Erkek olsun, kadın olsun, bir mümin olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz." (Nahl Suresi, 97) ayetiyle "iman eden insanlar için" dünyada "güzel bir hayat" olduğunu bildirmektedir.
Nitekim dünya, eksikliklerin yanı sıra, saymakla bitirilemeyecek kadar çok nimetle doludur. İman gözüyle bakanlar için dünya hayatının maddi ve manevi zevkleri bitmek tükenmek bilmez; her şartta, her ortamda yüzlerce güzellik görülebilir ve tüm bunlardan derin bir haz alınabilir.
Allah'tan uzak yaşayan insanlar, bu zevklerin pek çoğundan haberdar dahi değildirler. Çünkü farkına varabildikleri güzelliklerin ve ellerindeki nimetlerin zevkini, inkar ruhunun karanlığıyla çoktan tüketmişlerdir. İmandan uzak yaşamaya devam ettikçe, ömürlerinin geri kalan kısmını da bu yitirmişlik içerisinde geçireceklerdir. Hayatlarına her zaman bıkkınlık, bezginlik, boşluk ve yoksunluk hakim olacaktır. Günler, aylar, yıllar geçecektir, ama onlar çevrelerinde var olan sayısız güzelliği ya göremeyecek ya da görseler bile bunlardan gereği gibi zevk alamayacaklardır. Ve yaşadıkları sıkıntı dünya hayatıyla da sınırlı kalmayacaktır.
Allah'ın Kuran'da, "İnkar edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) 'Siz dünya hayatınızda bütün güzellikleriniz ve zevklerinizi tüketip-yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbarınız) ve fasıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün   alçaltıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız." (Ahkaf Suresi, 20) ayetiyle bildirdiği gibi, dünyada iken zevklerini tüketip yok ettikleri gibi, ahirette de sonsuza dek bu zevklerden mahrum kalacaklardır.
Oysa hiçbir insan, ne dünyada ne de ahirette böyle bir durumda kalmak, böyle bir karşılık almak istemez. Tam tersine, Allah'ın kendisine dünyada ve ahirette verdiği imkanları en güzeliyle, en fazla zevki alarak yaşamak ister. Ve aslında insanların bu isteklerine ulaşmaları da -Allah'ın dilemesiyle- son derece kolaydır.